Kırım Haber Ajansı, yakın tarihin bu önemli ayrıntısını Abdülvahap Kara'nın kitabından alarak abonelerine duyurdu...

Kazakistan’da Aralık 1986’da Almatı Olaylarının patlak vermesinden yaklaşık bir buçuk yıl sonra Türk basınında Kırım Tatarlarının 1944’de zorla sürgün edildikleri vatanlarına dönüş hareketi Türk basınında haber konusu oluyordu. 1987 Temmuz ayının sonlarında yer alan haberlere göre, yüzlerce kadar Kırım Tatarı, anayurtları Kırım’a dönüp yerleşmek için Kızıl Meydan'da gösteri yapıyordu.

25 Temmuz 1987’de gerçekleşen gösteride Tatarlar, Kremlin duvarı ile St. Basil Katedrali arasındaki caddede sessizce toplandıktan sonra Kızıl Meydan'a girmek için yürüyüşe geçtiler. Tatarların eylemlerine müdahale etmeyen polis, meydana girişi kapattı. Bunun üzerine bir süre, “Anayurt’a”, “Gorbaçov” sloganları atan göstericiler, sonra yine sessizce dağıldılar. Gösteri sırasında hiçbir olay çıkmadığı gibi, polis, göstericileri gözaltına alma girişiminde de bulunmadı.

Moskova'da toplanan 600 kadar Tatar adına konuşan Bekir Ömerov, “26 Temmuz günü Tatar olan her yerde gösteri yapılacak” dedi. Ömerov, Kırım Tatarlarına tüm haklarının iade edildiğinin ilan edilmesini ve bu yolda mücadele verdikleri için tutuklanan Tatar eylemcilerin serbest bırakılmasını istediklerini söyledi.

Kırım Tatarları heyeti, bu olaylardan 20 gün kadar önce, 6 Temmuz 1987 günü Politbüro üyesi Petro Demiçev tarafından kabul edilmişler ve kendilerine en geç bir ay içinde cevap verileceği bildirilmişti.


Abdülvahap Kara yakın tarihin bu sırrını kitabında açıkladı


16 Temmuz 1987 tarihinde Sovyet resmi haber ajansı TASS, 500 kişilik Kırım Tatarları grubunun gösterisini haber olarak bütün dünyaya geçti. Haberde ilk kez Kırım Türklerine haksızlık yapıldığı ve Devlet Başkanı Gromiko başkanlığındaki bir heyetin Kırım Tatarlarının müracaatlarını inceleyeceği belirtildi.

Kırım Tatarları Sözcüsü Bekir Ömerov TASS açıklamasını yetersiz bulduklarını, haberde Ruslar ve Ukraynalılar arasında da Nazi işbirlikçilerinin bulunduğunun belirtilmesi gerektiğini savundu. TASS 1944 sürgününü bir bölüm Tatarın faşist işgalcilerle işbirliği sonucunda yapıldığını, ancak binlerce Tatarın da Nazilere karşı savaştığından bahisle yapılan tehcirin haksız olduğunu söylemişti.[1]

Konuyla ilgili olarak Milliyet gazetesi yazarı Sami Kohen de yorumlarda bulundu. Kızıl Meydan 'da bir süredir garip şeyler oluyor diyen Kohen şunları yazıyordu:

“En sonuncusu, Kırım Türklerinin dört gün süren gösterisi. Düşünebiliyor musunuz? Kremlin'in duvarlarının dibinde bir grup gösterici pankartlarla toplanıyor. İsteklerini Gorbaçov'a duyurmaya çalışıyor, yerli ve yabancı gazetecilere dertlerini anlatıyor... Ve KGB veya Sovyet Polisi hiç müdahale etmiyor, adamları apar topar içeri atmıyor. Üstelik Sovyet televizyonu olayı gösteriyor, gazeteler bu konuda yazılar yayınlıyor...


Stalin mezarından kalksa herhalde kahrından bir kez daha ölür!

Kırım Türklerini ortadan kaldırmak isteyen o değil miydi?

1944'te, Sovyet orduları Almanları geri püskürtmeye başladıktan sonra Stalin, 250 bin kadar Kırım Türkünü “Nazilerle işbirliği'' yapmakla suçlayıp Sibirya'ya sürmüştü. Bunlardan 110 bini de ya yolda, ya da “Gulag”da ölmüştü. Stalin ayrıca Kırım’ı “eritmek” için o bölgeyi Ukrayna Cumhuriyeti'nin içine almıştı. Ne gariptir ki, (daha doğrusu ne kadar anlamlıdır ki) savaşta gerçekten Nazilerle işbirliği yapan Hıristiyan kökenli Ukraynalılara dokunulmamış, ayrıca bölgeye Ruslar yerleştirilmişti.

Kim derdi ki 43 yıl sonra Kırımlı Türkler kendilerine yapılan haksızlıklara karşı seslerini yükseltecekler, hem de Kızıl Meydan'dan ve anavatanlarına özerklik verilmesini isteyecekler?”[1]

Londra'da yaşayan Kırımlı ünlü yazar Cengiz Dağcı, “Kızıl Meydan'daki gösteriler, Rusların bizlere yapılan haksızlığı sonunda kabul etmiş olmalarının bir delilidir” demekteydi.

Kırım Tatarlarının II. Dünya Savaşı sırasında çektiği çileleri anlatan “Korkunç Yıllar”, “Yurdunu Kaybeden Adam” ve “Onlar da İnsandı” romanlarıyla tanınan Dağcı A.A.’ya verdiği demeçte şunları ifade ediyordu:

“1944’te Kırım Yarımadası'ndan topyekûn sürülürken, 100 bin ölü veren Kırımlı Türklerin sayısı bugün SSCB içinde yarım milyonu geçiyor. Elimizden alınan haklar geri verilse, bize yüklenen vatana ihanet gibi ağır ve haksız suçlama geri alınsa ve bizlere anayurdumuza tekrar yerleşme izni verilse bile bu en az 5-10 yıl alır. Önemli olan itibarımızın geri verilmesidir.”[2]

Bilindiği gibi, Kırım Tatarları 18 Mayıs 1944’te KGB Şefi Lavrenti Beriya’nın talimatıyla yurtlarından sürgün edilmeye başlanmıştı. Beriya’nın emriyle Sovyet askerleri sabaha karşı saat 03.00 civarında Kırım köylerinde evlere silahlarıyla girmişler, Kırımlıları uykularından uyandırarak dışarı çıkarmışlardı. Elleri havada dizilen halka “15 dakika içinde yolculuk için hazırlanın. Elinizde taşıyabileceğiniz neyiniz varsa, yanınıza alın” denilmişti.[3]

1966 yılında yapılan tespitlere göre, bu şekilde aniden ve hiçbir hazırlıksız insanlık dışı bir şekilde evlerinden, yerlerinden, yurtlarından sürgün edilen Kırım Tatarlarının sayısı 238.500’dür.[4]

Kadın-erkek, genç-yaşlı demeden bütün Kırım Tatarlarını hayvan vagonlarına tıktılar. Genç erkekler Sovyet ordusunda Almanlarla cephede savaşırken, çoğu yaşlı kadın erkek ve çocuklardan oluşan Kırım Tatarları haksız bir şekilde sürgüne, daha doğrusu ölüme gönderildiler. Kırım'da tek bir Kırım Tatarı dahi bırakılmadı. Her nasılsa Arabat isimli köyde unutulan ve sürgün vagonlarına bindirilemeyen Kırım Tatarları bir gemiye bindirilerek Karadeniz açıklarında batırıldı ve onlarda bu şekilde imha edildi.

İnsanların üst üste doldurulduğu hayvan vagonları içindeki yolculuk çok ağır şartlarda gerçekleştirildi. Varış noktası Orta Asya ve Sibirya’ya kadar olan asgarî 20-25 günlük yolculuk hemen hiç kapılar açılmaksızın, hiç yemek su verilmeksizin, cesetler dahi boşaltılmaksızın gerçekleştirildi. Analar ölü çocukları kucaklarında günlerce yolculuk yaptılar. Bu talihsiz Türk halkı Orta Asya'daki sürgün yerlerine vardığında nüfusunun yaklaşık yarısını (% 46,3) feci şekilde kaybetmiş durumdaydı. Sağ kalanlar da uzun yıllar bomboş Orta Asya çöllerinde, Sibirya’da pek çoğunun galip çıkamadığı bir hayatta kalma mücadelesine girdiler.

Aslında bu sürgün veya Kırım’daki Türk varlığının imhası sadece Kırım Türkleri ile alakalı değildir. Bu imha planının Türkiye ile de ilgisi vardır. O dönemde ve daha sonra gelecekte Türkiye'yle bir savaşı kaçınılmaz gören Stalin Türkiye'ye bağlılığı bilinen etnik unsurları Türkiye sınırları civarından uzaklaştırmayı, hatta düpedüz yok etmeyi amaçlamıştı. Aynı maksatlarla Gürcistan’daki Ahıska Türkleri de sürgün ediliyordu. Yani bu insanlar yalnızca Türk soyundan olmaları ve Türkiye'ye duydukları büyük bağlılıkları sebebiyle yok edilmek istenmişlerdi.[5]

Zulüm ve imha sadece Kırımlılara değil, onların vatanlarındaki kültürel mirasa da yapıldı. Kırım’da Tatarları hatırlatacak her türlü bina, yapı ve maddi miras tamamen yok edildi. Başka bir deyişle, Kırım'da Türklere ait hemen hemen her eser ve 1500 civarında cami yok edildi. Kırım Tatarlarının evleri, tarlaları Sibirya’dan getirilen Ruslara dağıtıldı. Ayrıca Kırım Tatarları sanki tarihte hiç var olmamışlar gibi kitaplardan da onlara ait her şey çıkartıldı.[6]

Sürgün edilen Kırımlıların yurtlarına dönmeleri de yasak edildi. Kırım'a dönme teşebbüsünde bulunan sayısız Kırım Tatarı da Sovyet döneminde çok ağır hapis cezalarına ve işkencelere maruz kaldılar.[7]

Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi I. Sekreterliğine seçilen Nikita Khruşçev Stalin’in baskı ve terör uygulamalarının yanlış olduğunu dile getirdi. Özellikle 1956’da yapılan XX. Komünist Partisi Kongresi’nde Stalin’in yaptıklarını düzeltme adına “Destalinizasyon” politikasını başlattı. Bu çerçevede vatanlarından sürgün edilen halklara haksızlık edildiği kabul edildi. Hatta sürgün halklarından bazılarına yurtlarına dönme hakkı tanındı. Ancak, Kırım Türkleri, Ahıska Türkleri ve Volga Almanlarına bu hak tanınmadı. Sadece sürgündeki bazı kısıtlamaları kaldırıldı.

Kırım Türkleri Taşkent’te “Teşebbüs Grubu” oluşturarak diğer sürgün halklar gibi vatanlarına dönüşlerine izin verilmesini talep etmeye başladılar. Sovyetler Birliği Komünist Partisi başta olmak üzere yüksek makamlara mektup ve dilekçeler yazıldı.

Tüm bu çalışmalardan kısmı neticeler alındı. Sovyet yönetimi Kırım Türklerine Sovyetler Birliği sınırları içinde serbest dolaşım ve çalışma haklarını verirken, onların vatanlarına dönme isteklerini görmezden gelmeye devam etti.

Kırım Tatarlarının haklı taleplerini dünyaya ilk defa duyuran Mustafa Cemiloğlu’nun* açlık grevi oldu. Cemiloğlu Kırım Türklerinin haklarını savunan çeşitli eylemlere katıldığı, yazı yazdığı ve bildiri dağıttığı için çeşitli defalar yargılanıp mahkûm olmuştu. Her mahkûmiyet cezasından sonra mahkûmiyeti çeşitli bahanelerle tekrar uzatılıyordu. Üç yıl çalışma kamplarında süresini tamamlamasının ardından 1974 yılında tekrar tutuklanan Cemiloğlu bu defa bir yıl için Sibirya’ya gönderildi. Serbest kalmasına üç gün kala aleyhinde tekrar dava açılarak mahkûmiyeti uzatıldı. Bunun üzerine Cemiloğlu 30 gündür devam eden açlık grevini uzattı ve bu tam 303 gün sürdü.[8]

Bu insanlık tarihin en uzun açlık grevidir. Açlık grevleri listesinde ikinci sırada silahlanma yarışının son verilmesi talebiyle 218 gün açlık grevi yapan, ancak amacına erişemeyen ABD’li Astrofizikçi Charles Hyder, eşi Yelena Bonner’e ameliyat yapılmak üzere yurt dışına gitmesine izin verilmesi talebiyle 178 gün açlık grevi tutan ve amacına erişen bilim adamı Andrey Sakharov, 26 ağır hasta mahkumun serbest bırakılması talebiyle 133 gün açlık grevi yapan Kübalı gazeteci Guillermo Farnas, Vorkuta kampında hapis yatan ve 1936 yılında siyasi mahkûmlarla adil suçluların bir birinden ayrı tutulması, 8 saatlik iş gününün uygulanması talebiyle 132 gün açlık grevi yapan Troçkistler yer aldılar.[9]

Mustafa Cemiloğlu o kadar uzun süre açlık grev tutmuştu ki, o dönemde onun öldüğü yolunda dünya basınında haberler çıkmıştı. Milliyet gazetesinde konuyla ilgili haberde şöyle denilmekteydi: “Sovyetler Birliğindeki Kırım Türklerinin Rusya'nın iç bölgelerinde yaşama ya zorlanmalarını protesto etmek için açlık grevi yapan Kırımlı Türk Mustafa Cemiloğlu ölmüştür. Açlık grevi süresince 30 kiloya kadar düşen Cemiloğlu, daha önce çeşitli yerlere sürgün gönderilmişti.”[10]

Kırım Tatarlarının lideri Cemiloğlu, 1966 - 1986 yılları arasında Sovyet karşıtı faaliyetler gerçekleştirdiği iddiasıyla 6 kez hapse mahkûm edilip toplam 17 yıl hapis yatıyordu.[11]

1944 sürgünü sırasında altı aylık bir bebek olan Mustafa Cemiloğlu, Tatar hareketinin lideri olmasının yanı sıra, SSCB'de rejime karşı çıkan muhalif aydınlar arasında Sakharov kadar önemli bir isimdir. Sovyetler Birliği gibi katı bir rejimde muhalif görüşleri açık bir şekilde dillendirmek herkesin yapabileceği bir iş değildir. Çünkü Sovyet sisteminde insanların tüm yaşantısı kontrol altındadır. Vatandaşlarının rejim aleyhindeki en ufak şikâyet ve eleştirilerini tespit etmekte mahir KGB herkesin üzerinde korku salmıştı. Bundan dolayı Sovyet vatandaşları rejim ile ilgili tenkidi görüşlerini dile getirmekte çok temkinliydi. Bu sebeple 1980’li yıllara kadar Sovyet rejiminin siyasi yapısını açıkça eleştiren Sovyet aydınlarının tespit edilebilenlerinin sayısı 128’i geçmemektedir. Bu 128 muhalif aydın arasında ise Türk asıllılardan tek isim bulunmaktadır. O da Mustafa Cemiloğlu’dur.[12]

Cemiloğlu rejimi katı disiplinin yumuşamaya başladığı Gorbaçov’un döneminde Kırım Türklerinin haklarını yoğun bir biçimde savunmaya devam etmiştir. Sakharov ile beraber “Glasnost” adlı bir dergi çıkaran Cemiloğlu, Fransa’nın Le Monde gazetesine verdiği bir demeçte Gorbaçov'un Kırım Tatar Türkleri meselesine olumlu baktığını dolaylı olarak kendilerine bildirdiğini ancak, daha önce de Andropov'un da böyle bir söz verip, tutmadığını ifade ediyordu.[13]

Ancak Gorbaçov sözünü tutacaktı. SSCB Yüksek Sovyeti 14 Kasım 1989’da haksızlıklara uğrayan Sovyet vatandaşlarının haklarının iade edileceği konusunda bir deklarasyon yayınladı. Böylece Kırım Türkleri ve vatanlarından sürgün edilen diğer halkların vatanlarına dönmelerinin önünde hiçbir hukuki ve siyasi engel kalmıyordu.[14]

1990 yılında Kırım Tatarları Simferepol’un merkezindeki meydanda büyük bir çadır kurarak protesto eylemi başlattılar. Binden fazla Kırım Türkünün katıldığı eylem sonuç verdi ve Simferepol Şehir Sovyeti göstericilerle görüşmeyi kabul etti. Görüşmeler sonucunda, ilk aşamada en az 800 parsel arazinin Kırım Türklerine dağıtılması konusunda ilke anlaşması sağlandı.

Kırım Türklerinin lideri Mustafa Cemiloğlu, Interfaks'a yaptığı açıklamada, Bahçesaray ve Sudak kasabalarında da benzer eylemlerin başlatıldığını ve bu eylemlerin de toprak dağıtımı sözü alınıncaya kadar sürdürüleceğini söyledi.[15]

23 Haziran 1990’da Kırım Türklerinin 46 yıllık özlemi bitti. Simferepol’da bir köyde düzenlenen bir törenle bir grup Tatar anavatanlarına döndü. Bir caddeye İsmail Gaspıralı’nın adı verildiği köyde Tatarlar kendi imkânlarıyla 54 ev inşa etti.[16]

Kırım Tatarlarının vatanlarına dönüşleri 1990 yılından sonra hız kazandı. Ancak başta Özbekistan olmak üzere çeşitli Orta Asya ülkelerinde yaşamakta olan Kırım Tatarları ekonomik imkânsızlıklar ve siyasi engeller yüzünden Kırım'a dönememektedirler. Hâlen Kırım'a dönebilmiş bulunan yaklaşık 300.000 Kırım Tatarı yok edilmek istenen varlıklarını ve kültürlerini vatanlarında tekrar kurabilmek için Mustafa Cemiloğlu liderliğinde olağanüstü bir mücadele vermektedirler. Vatanına dönen Kırım Tatarları başta oturacak ev, yaşamını idame ettirecek iş bulamama gibi büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Vatanda yaşamını devam ettiren Kırım Tatarları anadilleri ile eğitim alamamakta dini ve kültürel bir asimilasyon politikası ile mücadele etmektedirler.

Özal Kırım Türklerinin vatanlarına dönüş mücadelesine her zaman elinden gelen desteği vermeye çalıştı. Özal 30-31 Ekim 1992 tarihlerinde Ankara’da gerçekleşen ilk Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları zirve toplantısında Kırım ve Ahıska Türklerinin sorunlarının da görüşülmesini isteyen bir talebe protokol kurallarını hiçe sayarak destek verdi.

Kırım Tatar Millî Meclisi Türkiye Temsilciliği tarafından hazırlanan ve tarihi zirve toplantısında iki halkın durumlarının da gündeme alınmasına çağrı yapan dilekçe toplantıya katılan liderlere doğrudan elden teslim edildi.

Bunda Turgut Özal’ın büyük rolü oldu. Dilekçeyi 30 Ekim 1992 günü TBMM tören salonunda toplantı öncesinde okuyan Özal umulmadık bir öneride bulundu ve Türkiye’deki bir çok sivil toplum kuruluşu tarafından imzalı dilekçeyi getiren Kırım Tatar Milli Meclisi Türkiye Temsilcisi Zafer Karatay ve Kırım Tatar Mili Hareketi Teşkilatı Türkiye temsilcisi Dr. Hakan Kırımlı’ya kendi elleriyle Türk Cumhuriyetleri liderlerine, yani Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Süleyman Demirel, Türkmenistan Cumhurbaşkanı Saparmurad Niyazov, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev, Özbekistan Cumhurbaşkanı İslâm Kerimov, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey’e takdim etmelerini istedi. Böylece devlet protokolü aşılarak devlet başkanlarından Kırım ve Ahıska Türklerinin sorunlarının çözümüne destek istendi. Ancak bu durum başta Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev olmak üzere bazı liderlerin tepkisine sebep oldu.[17] Özal’ın protokol kaidelerini hiçe sayarak böyle bir şeye izin vermesinin, onun Kırım ve Ahıska Türklerinin ağır sorunlarına gösterdiği hassasiyetten kaynaklandığı muhakkaktır.

(Bu yazı, Prof. Dr. Abdulvaha Kara'nın Turgut Özal ve Türk Dünyası (Türkiye – Türk Cumhuriyetleri İlişkileri 1983-1993), İstanbul, 2012 kitabının 48-57 s. alınmıştır.)