Zaman denilen nehir çok süratli akıyor. Daha dün Kıbrıs adasında Referandum yapıldı. Sonuç hepimizce malum. Bir de geriye dönüp bakıyoruz ki, neredeyse üzerinden on seneye yakın bir  süre geçivermiş. Ne güzel başlamıştı o günler, tüm sektörlere büyük bir hareketlilik gelmişti. Hele emlak fiyatları büyük sıçramalar yapmıştı. Bununla birlikte inşaat sektörü atağa kalkmış ve Kuzey coğrafyasında tarihinin en büyük inşaat hamlesi başlamıştı. Bir çok aile ikinci ev sahibi veya yazlık sahibi olurken pek çok yabancıda bahçeli evlerimizden alarak Kuzey Kıbrıs’a yerleşmeye başlamıştı. Nede olsa senenin 300 günü güneşli bir coğrafya ve senenin en az yedi ayında denize çok rahat girilebiliyordu. Hızla başlayan inşaat sezonu beraberinde beklenmedik tatsız olayları da getirdi. Hızla dönmeye başlayan ekonomi çarklarının çıkardığı mutluluk sesleri sorunların yaydığı sinek vızıltılarını rahatça bastırdı. Ne zamana kadar? Tabiiki ata sözünde olduğu gibi. “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar”


Birden fazla müşteriye satılan inşaatlar, tapu devri yapılmadan satılan inşaatlar, hiç bilinmeyen kurallara göre yapılan satış sözleşmeleri ile satılan inşaatlar, bankaya ipotek verilerek karşılığında kredi alındığı halde müşterilere hiçbir sorunu yokmuş gibi satılan inşaatlar. Velhasıl Lale devri olarak adlandırılabilecek bir bolluk dönemi geldi, yaşandı ve geçti. Pek çok acı olay yaşandı, bilerek veya bilmeyerek yapılan yanlışlardan dolayı ülke içinde olduğu kadar, ülke dışında da olumsuz eleştiriler yapıldı. Sonrasında zaman nehri akmaya devam ettiği için pek çok sorun kıyıya vurduğu takvim anında takılı kaldı. Bizler ise nehirde akıntıya kapılmış olarak yola devam ettiğimiz için sorunlardan uzaklaştığımızı zannettik. Bugün, o nehirden kıyıya çıkabilip bir an olsun çevresine bakmayı başarabilen şunu görebilecektir; Kuzey Kıbrıs’ta yaklaşık 10.000 adet kısmen bitirilmiş konut inşaatı  atıl olarak  kaderine terkedilmiş bir durumdadır. Kim kaybediyor derseniz, kazanan yok.  Gerisini siz düşünün.


2008-2009 yıllarında bu sıkıntılar başladığında ki Dünya ekonomik krizi ile eş zamanlı olan, hükümetlerin acil tedbir alabileceği ilk dönemlerde konu birazda görmezden gelindi. Liberal ekonominin kuralı herkes aldığı riskin sonucuna katlanacak denildi. Halbuki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ölçeğinde devasa sayılacak atıl inşaat yatırımı, bulunduğu noktada merkezi otoritenin kontrolünde canlandırılıp  eski doğu bloku Avrupa ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde pazarlanabilseydi sorunlar bugünkü dev boyutlarına ulaşmadan çözülmüş olabilirdi. Yukarıda bahsedilen pazarlama stratejileri belirtilen tarihlerde pek çok yetkili kuruma sunuldu,  tartışıldı. Ancak sonuç ortada, demek ki ilgilenen olmadı! 2004 yılında 120 metre kare iki katlı bahçeli bir evin müteahitler tarafından anahtar teslim ortalama fiyatı Stg25.000 (yirmibeşbin) idi. Buna bir de arsa fiyatını eklemek gerekiyor. 2008-2009 yıllarında çok makul fiyatlarla bu inşaatlar satılıp yeni bir turizm potansiyeli yaratılabilir ve gelecek olan binlerce yeni ev sahibi ile çarşıya, pazara bir şans verilmiş olurdu. Ekonominin çarklarının dönmesine yardımcı olacak büyük bir turist kitlesi, hem de senenin büyük bir kısmında adamızda bulunarak tüketime katılabilirdi. Zaman geçti ancak henüz fırsatlar kaçmış değil. Kaderine terk edilen bu inşaatların bir kısmı merkezi otorite tarafından ele alınıp bir plan çerçevesinde tamamlanarak satışa sunulabilir ve buradan sağlanacak finansman ile hem bankalara olan ipotek boçları ödenebilir hemde inşaat sektöründe yaratılacak canlanma ile ülkenin ekonomi çarkları daha sağlıklı dönmeye başlayabilir. Aynı yöntem ile tüm inşaatlar peyder pey tamamlanabilir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ekonomisine sağlanacak gerçek katkıyı varın siz hesaplayın. Bunları yapacak tecrübemiz henüz yok deniyor ancak karşı kıyıda TOKİ denilen bir kurum var. Onlara sorup hem teknoloji hemde yönetim ve organizasyon  transferi yapılabilir. Bilginin olduğu yere gidip öğrenmekte bir erdemdir. Bunu yapanlar ise tarihe altın harflarle yazılacaklarına emin olabilirler.