Sanıyorum Vatan ve Milliyet için anlaşma sağlandı...

İlk günden beri “iki ortak arasındaki anlaşmazlığın, iki tarafın da tatmin olacağı hakkını karşı tarafa ve gazetelere helal edeceği, olumsuz enerjisini vermeyeceği” bir formülle olması gerektiğine inandım, öyle konuştum, öyle yazdım...

Taraflardan birinin aileden gelen kurucu sıfatı taşıyan güven duyulan bir ismi, diğerinin ise sermaye, grup ve prestiji temsil eden gücü vardı...

***
Sonunda gazetelerin geleceği, yarınlara güvenle taşınabilmesi için, güçlü sermayeye sahip prestijli grubun şemsiyesi altında Vatan ve Milliyet’in yoluna devam etmesi kararı alındı...

Milliyet’in kurucu ailesinin ismini taşıyan grup, bu iki değerli gazetenin yayın hayatının sekteye uğramaması, geleceğe güvenle taşınması için bu kararın altına imza atacağını açıkladı...

Ben insanların ancak olumlu enerjisini verdikleri işlerin başarı, mutluluk ve huzur getireceğine inanırım...

Kavga ve hesaplaşma sonucu, bir tarafı tamamen mağdur eden çözümlerin, gelecekte “kazanana da kaybedene de mutluluk getirmeyeceğini” bilirim...

***
Nice iş teklifini elimin tersiyle geri çevirmemin nedeni, “mutluluğun sihri olan o olumlu enerjiyi hissetmememdendir...”

Hayatımda mutlu ve keyifli yaptığım, işyerimin bana olumlu enerji verdiği her işte çok başarılı oldum...

Çevrede olumsuz enerjinin olduğu hiçbir işten de hayır gelmedi hayatıma...

Olumsuz enerjiyi gördüğümde hemen kaçtım oralardan...

***
Hesaplaşmalar taraflardan birini mağdur ederek, egosunu ezerek, ‘bir tarafı bitirerek’ sonlanıyorsa, o hesaplaşmaların üzerine kurulan ‘aydınlık gelecek’ hiç kimselere yar olmuyor...

Turgut Özal’ın ölümünden bu yana, Türkiye’de birbirini boğazlamaya, öldürmeye ve bitirmeye azmetmiş hesaplaşmaların, mutlu bir istikbal yaratamayacağını bu yüzden biliyorum...

Dün yapılanlar, yaratılan mağdurlar, bugün düne yönelik sorulan hesaplar ve yaratılacak mağdurlar, yarın bugüne yönelik sorulacak hesaplar ve yeni mağdurlar bitmek bilmeyen fasit bir dairenin, aslında bir türlü gerçek galibi olmayan savaşının tezahürü oluyorlar...

Oysa hayat, hesaplaşmaları yaparken, karşı tarafı sıfırlamamaktan, gerçekleri ortaya koyarken hatalı olanı mağdur etmemekten, ve hiçleştirmemekten geçiyor...

Barış, huzur ve başarı öyle geliyor...

VATAN ve MİLLİYET’te sürecin anlaşma, karşılıklı saygı ve birbirini yok etmeden uzlaşma şeklinde bitmiş olmasından mutluyum...

Çünkü öyle biterse ancak, bu çözüm VATAN’a ve MİLLİYET’e olumlu yansıyacak...

Geçirdiğimiz zor günlerde okuyucu olarak gösterdiğiniz desteğe ve güvene sonsuz teşekkürler...

*****

FENERBAHÇE’YE PUAN MI EKLESEK?..

İlk günden beri, Fenerbahçe’ye küme düşme kararının çıkmaması gerektiğini söylüyorum...

Türkiye’deki futbol yorumcularından oluşan yelpazenin bir ucu, “Fenerbahçe’nin hiç taviz verilmeden küme düşürülmesini, yöneticilerinin 150 yıla varan hapis cezalarıyla cezalandırılmasını, düşürmek yetmedi bir de takımın 25-30 puanının silinmesini, o da yetmedi Fenerbahçe’nin 5 yıl Avrupa kupalarına katılmamasını” istiyordu...

Bu cezalar harfiyen yerine getirilsin diye, futbolda şiddet yasasının değiştirilmesine karşı çıktılar...

58. maddenin hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğinden dem vurdular...

Puan silmenin “eyyam” olduğunu söyleyip, “yazıklar olsun” nidaları çektiler!..

Sonuçta bu kişilerin istedikleri yerine getirilseydi, “Aziz Yıldırım ve arkadaşları 150 yıl hapiste kalacak, Fenerbahçe küme düşecek, ayrıca 25-30 puanı silinecek...

Böylece en az iki yıl süper ligde değil, alt kümede mücadele edecek... Bir daha yıllarca belini doğrultamayacak... Ve böylece futbol beylerin istediği şekilde ‘tavizsiz’ yürüyecekti...”

Ancak bir cellatın isteyeceği bu istekler yerine getirilmeyince, “Ne Federasyon’un eyyamcılığı kaldı, ne şikeye taviz, ne futbolun kirliliğinin aynen devam ettiği” safsatası...

***
Yelpazenin öteki ucunda ise, “yarım puanımı bile sildirtmem” diyen bir kısım Fenerbahçeli yönetici vardı...

Onlara göre de, UEFA hiçe sayılmalı, sonuna kadar savaşılmalı, puan silinmemeli, hayat hiçbir şey olmamışcasına devam etmeliydi...

“Yarım puanımı bile silemezsiniz”den, “Fenerbahçe’nin iki yıl bir alt ligde oynamasına, 5 yıl Avrupa kupalarına katılmamasına, 25-30 puanının silinmesine ve yöneticilerinin 150 yıl hapiste kalmalarına kadar” her çözüm önerisi! büyük bir iddiayla başka bir yol yokmuşcasına kamuoyuna sunuldu...

Bazen gülerek bazen ağlayarak izledim konuşmaları...

Bir olayda aynı milletin insanlarının, bu kadar farklı şeyler söyleyebilmelerinden korktuğumu itiraf etmeliyim...

***
Bu insanlara hangi makul çözümün kabul ettirilebileceğini bilmiyorum...

İkinci ligde iki sezon oynayacak bir Fenerbahçe’yle, süper ligde yarım puanını sildirtmeyen bir Fenerbahçe önerileri arasında hangi makulu, kim bulabilir bunu da çözemiyorum...

Yatıp kalkıp bu çözümü bulacak bir konumda olmadığıma dua ediyorum...

Aklıma tek bir fikir geliyor!..

Acaba diyorum puan mı eklesek Fenerbahçe’ye?..

Belki bu istek karşısında artık kimse konuşamayacak hale gelir...

Fransız Kraliçesi Jeanne Marie Antoinette’in “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” dediği gibi...

*****
DIŞARDAKİ BAŞARI VE ZENGİNLİK MUTLULUK GETİRMEZ!..

“Kendi içinizde başarı sahibi değilseniz, dışarıda başarılı olmak bir şey ifade etmez...

Refah içinde olmak ile varlıklı olmak arasında büyük bir fark vardır...

Zengin bir içsel yaşamı olan kimse en zenginidir...

Robin Sharma”

***
Dışarda çok zengin, başarılı ve ünlü hayatlar görürüz...

O hayatlar, “dünyada geçerli olan başarı ölçülerine göre çok başarılıdırlar...”

Oysa dışarda gıpta edilecek bu başarıyı, zenginliği veya ünü yaşayanlar, kendi iç dünyalarında “mutluluğun özünü yakalayamamış, içsel zenginliğe kavuşamamışlarsa” kendilerini mutlu hissetmezler...

**
Mutluluk içsel bir olaydır, dışsal değil...

Kendi içinizde uzun bir yolculuğa çıkıp, yaşamınızı anlamlandıramamış, ruhunuzla bütünleştirememiş, kalbinizle seslendirememişseniz, iç huzuru, iç başarıyı ve dinginliği sağlayamamışsanız mutlu olamazsınız...

Yaşamınızın anlamını ve dünyada varoluş nedeninizi bulup çıkartmış, ‘kalbinizin sesiyle verme ve alma sürecine başlamışsanız’, bilgelik aşamasına gelmişsiniz demektir...

Dışardaki maddelere bağımlılık, onların varlıklarıyla mutlu olup, onların yokluklarıyla mutsuz olmaya dayalı mutluluk anlayışı, sanaldır...

Hayatta dış referansları değil, iç referansları esas aldığınızda mutluluğunuz içselleşecektir...

İçsel mutluluğunuzun anahtarı buradadır...

Elbette içsel başarınızın da...