Karadeniz'in muhteşem doğasında çarpık yapılaşmaya mantar gibi türeyen beton oteller ve enerji yatırımcılarının HES sevdası eklenmiş...

Biliyorsunuz ‘Karadeniz turu’, deniz-kum-güneş anlayışına alternatif bir turizm modeline dönüşmüş durumda. Ulaşım sorunlarının çözülmesinin bunda rolü büyük. Ancak, insanoğlunun gittiği yerleri kurutma kapasitesi, Karadeniz’in muhteşem doğasını da hedef almış durumda. Çarpık yapılaşmaya, konaklama ihtiyacının karşılanması için mantar gibi türeyen beton binalar, yeşil alanların yarattığı rant ve yatırımcıların HES sevdası eklenmiş. 

Alkışlar Ulaştırma Bakanı’na 
Bugün sizinle Ankara’dan başlayan, Çorum, Merzifon, Samsun, Giresun, Ordu, Trabzon, Rize, Artvin, Ardahan, Kars, Erzurum, Erzincan, Sivas, Yozgat, Kırıkkale’den geçen 2.700 kilometrelik bir turun izlenimlerini paylaşacağım. Öncelikle yollardan söz etmek istiyorum. Üç çeşit yol var: Otoyol, bölünmüş yol, terk edilmiş yol...
3-4 kilometrelik yolu 1 buçuk saate geçtiğimiz ‘zayıf halka’ Ünye’yi saymazsak Karadeniz otoyolu Samsun’dan Batum’a keyifli bir yolculuk sunuyor.
Rotamızdaki yolların yüzde 80’i bölünmüş yoldu ama şunu söylemeliyim ki sıcak asfalt ile yapılanlar dışında çok önemli bölümü aracınızın amortisörlerini bozacak kadar kötü. Farklı müteahhitlerin yaptığı yolları gözünüzle bile ayırt edebiliyorsunuz. Ya bölünmüş yol inşaatlarının standardı yok ya da Karayolları inşaatları yeterince denetlemiyor. 

Terk edilmiş yolların çoğu Artvin-Kars arasında. İnşaatlar başlamış ama ne gelen var ne giden. Hele Artvin-Ardahan arası, ömür törpüsü. Yol hiç bitmeyecek sanırsınız.
Kültür Bakanı’na alkış yok!
İlk olarak Sümela Manastırı’na en yakın yer olan Trabzon’un Maçka ilçesinde Gümüşhane yolunda yeni açılmış bir otelde konakladık. Bayramın ilk günü kahvaltı sonrası yola koyulduk ve 15-20 dakika içinde Altındere Milli Parkı’na vardık. Yol sorunu kalmamış. Son gidişimizde yürüyerek geçtiğimiz 3 kilometrelik yolu da araçlarla geçtik ve manastıra sadece 500 metre yürüdük. Planı sabah Sümela’yı ziyaret edip ardından öğlen Uzungöl’e geçmek olan yüzlerce insan o muhteşem manzaranın arasından yürüyüp manastıra vardığında şokke oldu: Bir beyaz kâğıda ‘Saat 13.00’te açılacak’ yazılmıştı ve hediyelik eşya dükkânının kapalı vitrinine asılmıştı. İsrailli, Azeri, İranlı turistlerle birlikte şaşkınlık yaşayan Türk turistleri ‘bari aşağıya assaydınız’ diye homurdana homurdana geri döndü. Eleştirilerden tabii ki en çok Kültür Bakanı nasibini aldı. 

Beton girer, alkol giremez 
Uzungöl’de öğlen yemeğinden sonra Rize’nin Çamlıhemşin ilçesi yakınlarındaki Ayder Yaylası’na geçtik. Doğasını anlatmaya sözcükler yetmez. Ancak Karadeniz genelindeki çarpık yapılaşma Ayder’i de cenderesine almış durumda. Biz yayladaki 25 otel ve çok sayıda pansiyonda yer bulamadığımız için yeni açılmış bir otelin ilk müşterileri olmayı kabul ettik. Sonra ekibimizden biri bu güzel atmosferde, rakı eşliğinde yöresel yemeklerle dolu bir akşam yemeği hayal ettiğini söyledi. Heyhat! Koca yaylayı betona, plastik ambalajlı kahvaltılıklara, kümes gibi odalarla dolu üçüncü sınıf otellere teslim eden işletmeciler alkole geçit vermemiş. Nereye sorsak “Bir tek Çise’de var” yanıtını aldık. Yaylanın en iyilerinden olan Kuşpuni Otel ile aynı grupta olan Çise Restoran turistler için adeta tek çıkış olmuş. “Karadeniz’deyiz” duygusunu da ancak Çise’de tulum ile horon vuran insanları izleyince yaşayabildik. 

Ardahan, Kars, sefalet 
Yol üzerindeki Ardahan o kadar kötü görünüyordu ki, savaş geçirmiş, terk edilmiş bir kent gibiydi. Kars’ın durumu da içler acısı. Bozuk yollar, bakımsız binalar, toz toprak... Dönüşte Erzurum’u, Erzincan’ı, Sivas’ı, Yozgat’ı görünce fark ettik ki devlet Erzurum’dan sonrasını terk etmiş, unutmuş. Kars’ın iktidar partisinden 2 milletvekili var ama herkes Ankara’ya sesini duyuramamaktan yakınıyor. Halk kaderine terk edilmiş. Bir çeşit Survivor yani. Hasat kötü. Bu yıl bal da yok. Hayvanlar ise Angus kurbanı; para etmiyor. Susuz’da Ruslardan kalma tarihi binalar samanlık olarak kullanılıyor. Kars’ta belediyeden, devletten yakınmanın bir anlamı kalmadığı için “vefasız Ruslar, gelip bakmıyorlar binalar, kaldırımlar ne durumda” esprileri yapılıyor. Biraz elinden tutulsa Efes Antik Kenti’ni sollayacak Ani Ören yeri tam anlamıyla Harabeye dönmüş.


Uzungöl, toz, toprak ve çamur...
Karadeniz turunda 2. durağımız Uzungöl’dü. Karadeniz kıyılarındaki çarpık yapılaşma, Uzungöl yolunda da dikkat çekiyordu. Uzungöl’de tam bir hayal kırıklığı yaşadık. Çevresindeki muhteşem dağların arasında uzanan gölün kenarındaki toz toprak yağmurun etkisiyle çamura dönüşmüştü. Uzungöl girişinde gördüğümüz pankartlar ise yöre halkının HES’lere savaş açtığını gösteriyordu. ‘Uzungöl’e HES, Vallahi PES’ sloganı burada yazacağım bir sayfa yazıdan daha etkili olacağından bu konuyu kısa geçiyorum. Uzungöl’de ne yenir derseniz.. ‘En iyisi’ diye önerdikleri restoranda yediğimiz tereyağlı alabalığın ya da muhlamanın, Ankara ya da İstanbul’da yöresel restoranlarda yiyebileceğiniz yemeklerden çok daha iyi olduğunu söylemem zor.

Laşet Efsanesi patlamış
Hopa’dan geçerken, polisin biber gazı nedeniyle ölen emekli öğretmen Metin Lokumcu’yu anımsadık. Şavşat yaylalarının İsviçre yaylalarına ‘beş basacağını’ söyleyebilirim. O güzelliğin tadını bir öğlen yemeğinde çıkaralım diye ünlü Laşet restorana uğradık ama bir hayal kırıklığı da orada yaşadık. Ne garsonlar, ne mutfak talebi karşılayabiliyor. Dolayısıyla yemekler çok fena.. Yani Laşet efsanesi adeta patlamış. Manzarası da olmasa kavga eder çıkarsınız.

(Radikal gazetesinden alınmıştır)