Rahat koltuklarımızda, klimalı ortamlarda, bilgisayar başında oturup ahkâm kesmek kolay elbette... Ve şu an bunu yapıyor olmaktan dolayı ne kadar utanç duyduğumu asla anlatamam.

 

Fakat, bugüne kadar onurla taşımaya çalıştığım fikir namusuma saygım gereği, aşağıdaki birkaç satırı yazmak zorunda hissettim kendimi.

 

Tayyip Erdoğan’a karşı biriken öfke sebebiyle Beşşar Esed’e yakınlık duymayı, veya Mısır’ın ilk seçilmiş cumhurbaşkanı Mursi’ye soğuk bakmayı bir hak olarak tanımlayabiliriz. Sorun yok.

 

Fransız İhtilali’nden bahsederken gözünü hayranlıkla belertenlerin, Arap Halkları’nın ayaklanmasını, bugüne kadar besleyegeldiği önyargıların süzgecinden geçirip küçümsemesini de cehaletle açıklamak mümkün. Anlayabiliriz.

 

Dış politikaya dair okuduğu en uzun metin, popüler gazete köşeyazarlarının günlük makaleleri kadar dahî olmayan kimilerinin; hiçbir kitabını veya konuşma metnini baştan sona okumadıkları Davutoğlu’nun entelektüel çapına dair ahkâm kesmelerine gülüp geçmekte de bir beis yok, bana göre.

 

Ama bir de sözün bittiği yer var.

 

Bundan yıllar, onyıllar sonra, bugünleri yazacak olan tarih, sözün bittiği bu noktadan başlatacak kelâmı...

 

Arap Sokağı’nın tuzu kuru diktatörleri, tiranları, kendi koltuklarını koruyabilmek, Arap Baharı’nı Suriye ve Mısır’da boğabilmek için vargüçleriyle çabalıyor.

 

Demokrasiyi sadece kendi halkları için bir hak olarak gören Batı, Arap Sokağı’nın Tiranları’na bir şans daha tanımak için, onlara, bazen arka çıkarak, bazen de sessiz kalarak destek veriyor.

 

Arap Sokağı’nın ve Batı’nın gözü dönmüş yöneticileri, birlikte, iki yüz yıla yakın bir süredir sömürdükleri halkların ayaklanmasını son bir gayretle bastırmak için vargüçleriyle saldırıyorlar.

 

Lâkin, çare yok. Kaybedecekler.

 

Bir yandan Peygamber’in inşa ettiği gemiyle dalga geçip, bir yandan da dağların yüksek yerlerine kaçan Nuh kavmine benziyorlar. Fakat çare yok. Kaçamayacaklar.

 

Halkların ayaklanarak oluşturduğu “Tufan” hepsini yutacak.

 

İmanım ve adım kadar eminim.