Üç vatan evladının idam sehpasına götürüldüğü bugünlerde "Demirkırat Belgeseli" tekrar ekranlara geldi.

Tarafsızlık görüntüsü altında üç vatan evladının millet vicdanında mahkum edilmeye çalışıldığı aşikar. Önce şunu net bir şekilde zihnimize yerleştirelim: Belgeselde anlatıldığı gibi Türkçe ezan yasaklanmadı; sadece Arapça ezan yasağı kaldırıldı. Ezanı, isteyen Türkçe, isteyen Arapça okuyabilecekti. Laiklikten söz ederken mangalda kül bırakmayanlar, bu serbestinin laikliğin ürünü olduğunu anlamıyorlar mı? Elbette anlıyorlar; ama onların derdi laiklik değil.

İşin garip tarafı, dinle uğraşanların hemen hemen tamamının ne kulakları ezanda, ne gözleri namazdadır. Bıraksalar da Müslümanlar inandıkları gibi yaşasalar, daha uygar bir tavır içinde olmazlar mı? Kimilerinin, dinin bizi geri bıraktığını söylemelerini anlamak mümkün değil; atom bombası yapmalarına Diyanet İşleri Başkanı mı mani oldu? Ay'a roket fırlatmalarını bir hoca mı engelledi?

Henüz elli yaşlarında, başbakanlık için genç sayılabilecek bir insan, halkın, ezanı orijinaline sadık okuyabilmesi uğruna meseleyi istifaya kadar götürebiliyor. Bu samimiyet ve iman karşısında saygı duyulmaz mı? Fakat bir subay orduevinde yemek yerken darbeye karar veriyor. Kim olarak ve ne hakla? Ey Rabb'im, ne zamana kadar ferdi telakkiler bu milletin başında Demokles'in kılıcı gibi sallanacak?

Emir erliğinin kaldırılması, maaşların azlığı da darbe sebepleri olarak sıralanıyor. Vatan savunması için askere alınan memleket çocuklarına aile hizmeti gördürmek ne derece yakışık alır? Maaşın azlığını da anlamak mümkün değildir. Maaş azsa, bu mesleği tercih etme. Tercih etmişsen, istifa et. Hem istediğin mesleği icra et, hem de arzu ettiğin maaşı al. Bu hiçbir ülkede makul görülebilecek bir şey değildir.

Darbenin en önemli sebebi, ülkemizin hızla kalkınmasını önlemekti. Ankara, adeta Ortadoğu'nun başkenti haline gelmişti; bir devlet başkanı geliyor, bir başbakan uğurlanıyordu. Milletimizin hamlelerini önlemek için iç ve dış mihrakların el ele verdiğini olaylara biraz dikkatli bakan görür. Demokrat Parti iktidarına karşı amansız bir muhalefet yürüten İnönü, Kore'deki olayları kastederek mealen şöyle dedi: "Türk milleti Güney Kore milletinden daha az şerefli değildir." Darbeyi bu sözden daha çok tahrik edici bir cümle bulunabilir mi? İçerde İnönü hiçbir ölçü tanımayan muhalefet yaparken, dış mihraklar da kalkınma ekonomimizi frenleyebilmek için kredileri kestiler. Fakat Menderes hükümeti çıkarılan zorlukların üstesinden gelmeyi biliyor, ekonomimiz kalkınmaya devam ediyordu. Emperyalistlerin yer altı zenginliklerine göz diktiği Ortadoğu'yu bu şerir güçlere kapatmak gayretiyle Türkiye'nin başını çektiği Bağdat Paktı kuruldu. Menderes'e duyulan aşırı sevgiden duyulan, o dönemde Avrupa'nın başını çeken İngiltere, Bağdat Paktı'nı yıkmak için Irak'tan başladı. Bağdat Paktı'nın Ankara'daki toplantısına gelmekte bulunan Irak Kralı Faysal, havaalanında yakalandı, kurşuna dizildi. Irak Başbakanı Nuri Said Paşa'nın ve hükümetin ileri gelenlerinin öldürülmeleriyle yetinilmedi. Beşikteki çocuklar da doğrandı. Bu vahşetler işlenirken Bağdat Paktı'nın metninden dolayı ortaklarının müdahale etmek hakkı vardı. Türkiye bu hakkını kullanmak için harekete geçmek istediğinde Menderes, Irak'ın meşru hükümetini devirenler için "Asiler, hainler!" kabilinden ağır sözler söyledi; ama bir müdahalede bulunulmadı. Perdenin arkasında nelerin cereyan ettiği elbette kamuoyundan gizleniyordu. Aradan yıllar geçti; araları bozulan Kasım Gülek, İnönü'yü, işte bu darbe sırasında Albay Fens'e bilgi vermekle suçladı. İnönü, Gülek'i yalanlayamadı. Ne gariptir ki İnönü'nün Fens'e verdiği bilginin üzerinde kimse durmadı. Bu suretle de ortaya daha karmaşık bir tablo çıkmış oldu. Geleceğin tarihçileri, Albay Fens'e, İnönü'nün nasıl bilgi verdiğinin üzerinde dururlarken, İnönü'nün de nasıl bir fonksiyon ifa ettiğini gözden kaçırmamalıdırlar.

Hukukta olağanüstü mahkemenin yeri yoktur. Böyle bir mahkeme kurmak, ateşi maşa ile tutmaktır. Hükmü benim adıma sen ver demektir. Demokrat Parti'den aday adayı olup da milletvekili listesine giremeyenlerin Yassıada mahkemeleri heyetinde bulunmaları da işin tuzu biberidir. Ayrıca mahkeme başkanı Salim Başol; "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" demekle mahkemenin mahiyetini veciz bir şekilde ifade etmişti.

Belgeselde İnönü'nün idamların önüne geçmek için Milli Birlik Komitesi'ne mektup yazdığı söylendi. İnönü Ankara'da yaşıyordu; Komite de orada idi. Gidip konuşabilir veya telefon edebilirdi. Niçin mektup yazmak ihtiyacını duydu? Biraz tarih ve hukuk nosyonu teşekkül eden, "Bu işte yokum; bakın mektup yazdım" demek için tarihe belge bırakmak gayretini görür. Gereksiz gayret suçu gizlemek çabasıdır. Dolayısıyla o mektup İnönü'nün suç belgesidir.