Eğer 'tarihin kırılma anları' diye bir tabir varsa bu kesinlikle bugünleri tanımlamak için kullanılmalı.

Çünkü hem ülke içinde hem de bölgemizde çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Ki bu gelişmelerin etkileri nesiller boyu konuşulacak.

Bir yanda MİT-PKK görüşmeleri ve yansımaları var ki üzerinde sayfalar dolusu yazı yazmak mümkün. Bu görüşmeye MHP ve CHP cephesinden gelen cevaplar da hakeza öyle. Özellikle de MHP lideri Bahçeli'nin dünkü ifadeleri yenir yutulur cinsten değil.

Muhtemel ki konu yargıya taşınacak.

Öte yandan Cumhurbaşkanı Gül'ün de Hakan Fidan'a sahip çıkması önemli. Zira Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu da aynı desteği açıklamışlardı.

Bu açıdan devletin zirvesinde bir uyum ve kararlılık olduğu görülüyor.

Ancak bu aşamada şu notu da düşmekte fayda var. Doğrudur, istihbarat örgütleri terörü sonlandırmak için bu tip görüşmeler yapar. Ancak diplomatik akıl da garantici olmayı gerektirir.

Hakan Fidan'a ve yaptıklarına kefil olabilirsiniz ama eski yönetimlere ne kadar güvenebiliyorsunuz? Yarın bir gün içerik ve üslup olarak sıkıntılı birtakım görüşmeler malum çevrelerce piyasaya sürülürse siyaseten hükümet köşeye sıkışmış olmaz mı?

Çünkü Ankara kulislerinde bir önceki müsteşar Emre Taner'in 'görüşmelerin sızmasından endişe ettiği için görev süresinin uzatılması konusunda isteksiz olduğu' konuşuluyordu.

Bu arada KCK operasyonları var ki Kürt Mahallesi'nde tansiyonu yükseltti. Dün itibarıyla 50'nin üzerinde gözaltı vardı. Beklendiği gibi BDP'liler tepkili. Hatta Hasip Kaplan, "Devlet KCK'nın 1 numarasıyla görüşüyor ama seçilmiş yöneticisini tutukluyor" eleştirisinde bulundu.

Görünüşte makul bir soru gibi gelebilir.

Ama kabul etmek gerekir ki KCK olayında başından bu yana yanlış giden bir şey var. O da şu: Kimse iddianameleri ya da delilleri inceleme zahmetine girmiyor. Herkes koro halinde 'Kürt siyasetinin önü kapatılıyor' nakaratını tekrar ediyor.

Oysaki soruşturma evraklarına bakarsanız çok ağır iddialar ve sağlam deliller var. Detaylara girmenin bir anlamı yok.

Bir eylem suç sayılıyorsa bu herkes için suçtur. Terör sorunu var diye bir kısım çevrelere suç işleme özgürlüğü verilemez. Türkler'in suç işleme özgürlüğü olmadığı gibi Kürtler'in de yoktur. Araba yakmak, terör örgütüne maddi yardım yapmak, dağa eleman yollamak, terör örgütünün şehirde eylem yapmasına istihbari destek vermek suç mudur? Eğer 'suçtur' diyorsak o zaman 'Kürtler yargı eliyle sindiriliyor' söylemine de itibar edemeyiz.

Kaldı ki 12 Haziran seçimlerinden bu yana tam 64 şehit verdik.

Her gün yeni şehitler geliyor. PKK'nın şehirlerde kanlı eylemler planladığı da artık herkesin malumu. Bu aşamadaki operasyonların yadırganacak bir tarafı yok.

Sorgulanması gereken şey delillerin sağlam olup olmadığı.

Bu arada ses kaydında yer alan 'Büyük şehirleri bombayla doldurdunuz' bilgisini de yapılan operasyonla yan yana koyalım. O zaman bazı şeyler daha da anlamlı hale geliyor.

Ankara terörle mücadelede bir frekans bütünlüğü yakaladı. Askeri, polisi, siyasetçisiyle ortak bir kararlılık var. Ancak eksik kalan bir nokta daha var ki süreci başarısız kılabilir. Şöyle ki; hükümet samimi bir şekilde terörü bitirmek istiyor. Ancak bunun için yapılması gereken düzenlemelerde yavaş kaldı.

Oysaki elinde KHK yetkisi var.

Bir diğer nokta da şu: Son yıllarda demokratikleşme yolunda çok önemli adımlar atılsa da Türkiye hâlâ iç süreçlerini tamamlamış bir ülke değil. Hem yeraltı örgütlenmeleriyle hem de onların bürokrasideki uzantılarıyla mücadele edilmesi adına yapılması gereken çok şey var.

Eğer ülke içindeki iç süreçleri tamamlamadan dışarıya yönelirseniz sürprizler yaşayabiliyorsunuz. Son gelişmelere bir de bu açıdan bakmakta fayda var.

Bütün bu konularla ilgisi yok ama binlerce insanı ilgilendiren bir konu var ki elçiye zeval olmaz deyip aktarayım. Öğretmen adayları seçim öncesi verilen atama vaadinin tutulmasını bekliyorlar. Bakan Ömer Dinçer'e buradan da iletmiş olalım. Öğretmenlerin gözü sizde...