Bir Arap atasözünde “şerefu’l mekân bi’l mekîn; mekânı şerefli kılan o mekânda oturanlarla kâimdir.” denilmektedir. Yani mekanı değerli kılan o mekanla bağlantısı olan, ikamet eden, yaşantısı olanlarla veya o mekanı şereflendiren şerefli insanlarla vardır.

Marko Polo, kentleri ayakta tutan görünmez düzeni ve bir yığın farklılıkve uyumsuzluğun gerisinde yatan tutarlı ve uyumlu sistemin varlığını düşünür.

Dünyadaki mekanlar zaman karşısında aşınacak, yıpranacak, eskiyecek ve değişecektir. Mekana bir anlam katan ya doğrudam Yaratıcıdır ya da dolaylı olarak insanlardır. Belgesellerde görürürüz ilahi bir sevkle somon balıkları atalarının ırmağına ters akışa doğru ve varıncaya kadar ölümleri göze alarak gider, atalarının yaptığı vazifeyi yaptıktan sonra ya ölür ya da sonraki yıllarda da aynı davranışları tekrar sergiler. Hani ifade edilir bir köpek bir yeri sık sık ziyaret ederek bir şeyler arar, ona ne aradığını soran veli zata , köpek orada daha önce bir kemik bulduğunu ve onun için tekrar tekrar gelerek yine belki olur umuduyla aradığını ifade eder.

Mekanların ruhu vardır hakikaten; ancak bu, insan ruhu gibi değil, yeri geldiğinde görüntüsüyle, anılarıyla, kokusuyla, varolan veya çağrışım yapan ses armonisiyle bir ruh ortaya çıkar sizi sarıp sarmalar. İşte mekanların başında Mekke-Kabe ve Medinei Münevvre gelir. Nasip oldu bu yıl umreye gittiğimde bu ilahi kaynaklı mekan ruhunu hissettim. Mekke biliyorsunuz ki en sevgilimiz orada doğdu ve yaşadı. Oradan ayrılırken "Ey şehir! Şayet senden zorla çıkarılmasaydım vallahi seni terk etmezdim." dediği ancak Mekke’yi fethettikten sonra evini Hz Ali’nin abisi Hz Akil sattığı için “Akil bize evmi bıraktıki?”diyerek on beş gün çadırda kalarak tekrar Medineye döndüğü yerdir Mekke. En önemlisi ise, yüce Yaradan Hz Ademden beri olmak üzere orayı kutsal mekan olarak ilan etmiş ve ona göre tazimde bulunulması istenilmiştir.

Bu mekana girdiğinizde ayrı bir tarihi anılar, çekim, iç huzuru devreye girer. Bir çok farklı milletten insanla konuştuğumda genel ifade bunlar. O mekanda ibadet ayrı bir neşve, oturup izlemek ve nefes almakta ayrı zevk. O mekan, sizi mıknatıs gibi çekiyor kendisine. Hele de oradan döndükten sonra gidip gelen insanların her yıl tekrar tekrar gitmek istediklerini anlıyorsunuz, o mekan sizi cezbediyor, çekiyor ve ruhu size gel gel diyor. Bu ziyaretin turistik bir geziyle alakası yok ve orayı görmeden böyle yorumlayarak “Niçin her yıl oraya seyehat ediyorsunuz onun yerine ülkemizde o parayı hayrına verin” diyenler oranın ruhunu bilmemektedir. Eminim ki bir ziyaret etseler oraya aşık olarak her yıl gitmek isteyeceklerdir. Onun içindir ki Alvarlı Efe hazretlerinin “Oranın köpeğinede kurban olayım” ifadesini gidip gelince daha iyi anlıyorsunuz.Orada insanların ayakları şişiyor ve patlıyor ama insanlar hala daha çok ibadet yapayım, daha yapayım neşvesinde. Anlatmak yetmez mutlaka yaşanarak anlaşılabilir. Bireysel ve toplumsal bir okul niteliği de olan bu mekanla ilgili çok yönlü anlatımımızı inşaallah başka bir yazımızda ele alarak konuyla alakalı kısmını kısaca anlatmış oluyoruz.

Medinei Münevvere ise, en sevgiliye ev sahipliği yapan mekan. Onun ayrı bir havası, ayrı bir ruhu var.

Yaklaşık ikiye iki metrekarelik bir odada Medine hayatı geçen sevgili peygamber aynı yerde kendisine ziyarete gelen herkese ev sahipliği yapmakta ve o huzurda dinginlik, iç huzuru, sevgi dalgalarına maruz kaldığınızı hissediyorsunuz. Her iki belde de bir yandan sevgili ve sevgililerin yaşıyor olmamasının hüznünü vermekle birlikte, kavuşmanın hasretini de duyurmaktadır.

Çeşitli ve farklı mekanlarlada herkesin ayrı bir irtibatı olmuştur. Bejan Matur’un ifadesindeki gibi “Toprağın hafızasına inanırım ve bizden önce yaşanmış her şey o hafızada birikir. Başlangıcı hep bir referans noktası olarak görüyorum. Çocukluk yurdu elbette önemli. Çünkü bilinçaltını oluşturan malzeme çocukluktan geliyor.” olduğunu çocukluk anılarına giden herkes bunu hissedecektir. Kelkit benim doğduğum mekan olarak bana 17 yıl ev sahipliği yapmış bir yer ve orada nice anılarım oldu. Yıllardır nüfusunun on bir binden yukarı artmamasını ve değişmemesini gündem yaparken iki binli yıllarda ziyarete gittiğimde değişen ev, dükkan, sokak, cadde ve arazileri görünce adeta bana ait tarihin yok edildiğini ve kendimi bu yerde yabancı ve yalnız hissiyle gözlerim yaşarmış ve mekanın ruhunu aramıştım.

Elbette ki, değişen, eskiyen, insanlara zarar veren ve değişmesinde zorunluluk arzeden yer ve nesneler değişecektir. Ancak tarihi doku her yerde her zaman korunmalıdır. Bu gün turistler Türkiye’ye geliyorsa elbetteki bize ait kültürel eserleride ziyaret etmekte ve onlardan bilgi ve ilham almaktadırlar; ancak en çok ziyaret ettikleri ve merak ettikleri antik devirlerdeki eserlerdir ve onlarda korunmalıdır. Ne yazık ki, “ne olacak Roma’nın yıkılmış taşları” demek tarihi ve mekanların ruhunu küçümsemektir. Bu küçümseme tarihi küçültmez söyleyeni küçültür.

İstanbul’u tarihi, kültürel yapısı, ormanı, deniziyle çok seven biriyim. Farklı mekanları keşfettikçede farklı mekanların ruhunu da keşfetmiş olurum. Mekanlarla ruhen irtibat kurmak o mekanın tarihiyle bağ kurmayı, hatırlamayı, fikri planı ve yaşantıyıda akla getirir. Mesela zorunlu olarak Gülhane bölgesine giderken tramvayla Topkapı’dan itibaren bana ayrı bir esintiler gelmeye başlar. Cevizlibağ durağında Molla Gürani hazretlerine ve haziresindekilere, Çemberlitaş durağından sonra cennetmekan 2.Abdülhamit han ve tüm padişah ve yakınlarına, Gülhane parkı durağında Hasan Ünsi hazretlerine ve haziresindekilere   birer fatiha gönderir o mekanların ruhlarını hissetmeye çalışırım.