Hiç bir sosyal güvencesi olmayan, iki dönüm toprağı eken, babasının zaman zaman odun, buğday  veya kireç alıp satarak bazende arkadaşlarının yanında günü birlik çalışarak altı çocuklu aileyi geçindirmeye çalışan bir ailenin en büyük evladıyım.

Gümüşhane Kelkit gibi küçük ve maddi imkanları kısıtlı bir yerde doğup büyüyen, lise dahil 17 yılını geçirerek üniversite aşamasına gelen; ancak üniversite kazananların nadir olması nedeniyle sınava yeni bir yer görmek amacıyla “bende girdim” diyebilmek için sınava giren insanlarla büyüdüm.

Liseyi bitirmeye çok yakın ana kadar, test sınavı nedir görmedim; ta ki bir gün lisemizin müdürlüğüne, geçmiş yıllara ait ÖSS sınav soruları gelmiş ve bir adet geçici olarak alıp, çalışıp geri iade edilebiliyor ifadesi üzerine koşarak gidip almış ve sorulara hayret ve hayranlıkla bakan birisiyim. Ne dersane gördüm ne de ek ders alabildim. 1982 de ilk kez olan iki aşamalı üniversite sınavının birinci aşamasına Trabzon’da girdim ve üniversite yurtlarında bir kaç gün kaldım. Oraya gidebilmek için babamın parası olmadığından bir arkadaşımın babasının kahvehanesinde bir kaç hafta çalışmıştım ve o parayla birinci sınava girdim.

İlk sınav sonucu gelince şaşırmıştım, hayret ben de kazanmıştım. İkinci sınava daha girmeden tercih yapardık. Kazanamayacağımızı bile bile ilk dört tercihe tıp, nükleer, bilgisayar ve elektronik mühendislerini yazmış, diğer şıklarada bir gazetenin fakülteleri puan sıralamasına göre dizdiği ancak sonradan yanlış sıralandığını öğrendiğimiz  sıralamayla hukuk ve diğer mühendislikleri geri, Ege üniversitesi Kimya lisansı 5. sıraya yazarak ikinci aşama sınav için yine arkadaşımın babasının eski evlerinin yıkımında çalışarak elde ettiğim parayla İstanbul’a polis memuru olan dayımın yanına giderek sınava girdim. Dayımın evi Şirinevler’de sınav yerim ise Kasımpaşa’da idi. Sınav yerine yalnız gitmiştim ve anne , baba ve yakınlarıyla gelenlere bakarak kendimi yalnız hissederek sınava girmiştim. Sınav sonucunda Ege Kimya Lisansı birinci olarak kazanmıştım; ancak iki yıl okumama rağmen lisedeki kimya, matematik ve fizik bilgim yeterli olmadığından yeterli başarıyı sağlayamadım ve üçüncü yıl Hacettepe Üniversitesi almanca Kimya öğretmenliğini  kazanarak Ankara’ya giderek hazırlık sınıfını başarıyla tamamlamış ve 1984 te 1. Sınıfa devam ederken Polis Enstitüsünün, Polis Akademisine dönüşmesi ve lise mezunu 60 kişi alacağını duyurması üzerine resmiyete olan merakımdan dolayı başvurarak 2500 kişiden, alınan 60 kişilik listenin 40.sı olmuştum. 100 sorudan 25 inin yabancı dil olması, almanca hazırlık okuyan birisi olarak avantajım olmuştu.

Önceki üniversite hayatımda burs, kredi ve hatta çeşitli kişilerin sadakalarıyla okumuştum. Çünkü babamın beni dahi okutacak parası yoktu. Çok iktisatlı yaşamama, herhangi bir eğlencem hatta sigaraya dahi para harcamama rağmen yetmezdi. Onun için devletin himayesine girerek günümüzde verilen Akademi öğrencisi bursu kaç lira bilmiyorum belki 200 tl ise ben o parayla her türlü ihtiyacımı giderir; hatta maaşlı olan öğrenci polis memuru arkadaşlarada borç  verdiğim olurdu.

Polis Akademisi son sınıfta iken hiç unutmam bir gün Yılmaz Öztuna’nın Büyük Türkiye Tarihi’ni almak için o zaman herhalde yirmi bin, bugünkü parayla belki iki yüz lira babamdam istemiştim. Banka para kesmesin diye Ankara’dan geçen otobüslere parayı verdi ancak otobüsle kesişemeyince babama bilgi verdim ve babam tekrar başka bir otobüsle bana para gönderdi. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra otogardan beni aradılar ve paramın tekrar geldiğini haber verdiler ikinci iki yüz liram daha olmuştu. Bu paralarla o kadar çok kitap almıştım ki. Mezun olmaya az bir zaman kala memleketime gittim ve evde iken annem bana “Oğlum baban sana iki kez para gönderdi ne yaptın?” dedi, bende “Kitap aldım ve bazı harcamalarım oldu” dedim. Bana kız kardeşimin yırtık çoraplarını göstererek “Bak eğer o parayı harcamasaydın kardeşlerine çorap alırdık” dedi. Benim içim müthiş acımıştı.

Okuldan mezun olduktan beş ay sonra nişanlılık, bundan üç  ay sonrada evliliğim oldu. Üstelik bir kız kardeşimle bir hafta arayla evlilik yaptık. Babamda para yok, bende yok. Bazı arkadaşlarıma giderek borç olarak döviz para aldım ve geriye eşimin altın desteğiylede üç yılda ödedim sadece Almanya’daki teyzeme olan üç bin marklık borcumu yıllar sonra ödedim. Düğünü öyle ne salonlarda yaptım, ne de çok insanlı ve harcamalı yaptım; sade bir şekilde kayınpederin ve kayınbiraderin evlerini kullanarak ve otuz kilo yoğurt alarak yaptım, gerisini sağolsun kayınpeder halletti. Evimin bir çok eşyasında sağolsun kayınpeder destek olmuştu; ancak soba almayı ihmal etmiştim. Bu konuda kayınpederin evi kaloriferli olduğundan yeni gibi duran döküm ECA sobayı almayı gururuma yedirememiştim ve evliliğimizin Mart ayı Ankara’sında emanet aldığım elektrikli soba ile idare etmiş ve sonraki yıl o döküm sobayı alarak rahatlamıştık. Ağrı’ya 1993 te giderken yol üzeri memlekete uğramış ve ailemle görüşmüştüm. Babamın dişlerinde ki eksiklikleri görünce aldığım yol harcırahımın hepsini babama vererek dişlerini yaptırmasını istedim ve eşyalarımı borç para ile Ağrı’ya götürmüştüm.

Yıllar sonra Denizli’de çalışırken kayınpederin her çocuğuna bir ev alması neticesinde bize de bir ev alınca onu kiraya verdik, İstanbul’a gelincede yerleştik. Diyarbakır’a müdür yardımcısı olarak ipka yazım yazılmasına rağmen gönüllü olarak tayin istemiştim. Çünkü Diyarbakır gibi bir yerde benim gibi gariban ve siyasi arkası olmayan birisinin il müdürlüğü hayal olduğu için en azından kafamda ülkem adına oluşan bilgi ve birikimimi uygulayabilmek adına talip oldum, iyi ki de olmuşum, hakikaten il müdürlüğü bile görmeden zorla emekli edildim. 26 yıl boyunca kul hakkına dikkat ederek, demokrasi ve hukuk üstünlüğünü gözeterek geçti. Bir çok kez doğrucu davutluğum yüzünden defalarca sürgünler yedim. Bir gün yaşadıklarımı belki roman olarak yazarım.

 Diyarbakır’da on iki müdür yardımcısından birisi olarak yalnızca ben resmi elbiseli ve resmi araba ile dolaştım. Defalarca taşlandım ama yılmayarak iki yılda 600 taziyeye ve her cuma farklı bir camiye cumalara gittim. Tarih merakımdan dolayı kendimi bir Diyarbakır’lı gibi görerek tarihi yerleri öğrenerek gelen teşkilat mensuplarına, üniversite sınav binaları ÖSYM görevlilerine, toplu veya ferdi geziler yaptırdım, yeter ki güzel Diyarbakır’ım ön yargıyla anılmasın diye. İl müdürümüzün beni sevmemesi ve bana yetki vermemesine rağmen bir çok projede aktif rol aldım ve kendisinin en az on müdür yardımcısı gibisin sözüne muhatap oldum.

Bütün bunlardan sonra 26 sene doğrucu davutluğundan ödün vermeyen, haksızlık karşısında eğilmeyen, kendisine veya başkasına menfaat biçmeyen, hayatında cezası olmayan ve sicili 90 dan yukarı olan, 206 maaş taltifi, 24 takdirname ile ödüllendirilen, 41 Hizmet içi kurs ve seminere katılımcı, 26 kez de eğitimci olarak katılan, gerek meslekle ilgili gerekse sosyal konular üzerine yazdığı 70'i aşkın makalesi çeşitli dergi ve internet sitelerinde yayınlanan, yazdığı 5 adet tiyatrosu Bartın, Denizli, Siirt, Diyarbakır, Aydın, Yozgat olmak üzere il Emniyet Müdürlükleri ve Polis Okullarınca sahnelenen birisi olarak hukuka aykırı kanun çıkararak bir komisyon marifetiyle zorla emekli edilen 1776 kişiden birisiyim.

 3201 sayılı Kanuna eklenen geçici 27 inci maddesi, tüm memurlar için öngörülen bu haller dışında, emniyet hizmetleri sınıfında memur olan, 4 üncü, 3 üncü, 2 nci sınıf emniyet müdürlerinin "Zorunlu Emeklilik" yoluyla "Memuriyetinin Sona Erdirilmesi",  Anayasanın 2 ıncı maddesindeki sosyal hukuk devleti ilkesine; 5 inci maddesindeki devletin temel amaç ve görevlerine; 10 uncu maddesindeki kanun önünde eşitlik ilkesine; 11 inci maddesindeki Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesine; 13 üncü maddesindeki "temel hak ve hürriyetlerin Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülüğe uygun olarak sınırlandırılabileceği" ilkesine; 15 ve 38. maddelerde yer alan; "Suçluluğu Mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz (Masumiyet Karinesi)" ve "Suç ve cezalar şahsiliği" ilkelerine,  48 inci maddedeki çalışma ve sözleşme hürriyetine; 49 uncu maddedeki çalışma hakkına ve 60 ıncı maddesindeki sosyal güvenlik hakkı ile 70. maddesindeki Kamu Hizmetine girme ve hizmet etme hakkına, 128 ve 129 uncu maddelerindeki "Memur Güvenliği" ilkesine, aykırıdır.

Emekli askerî hakim Ümit Kardaş’ın ifadesiyle “Güç hukuku ayaklar altına almış, kör topal oluşmuş bir hukuk geleneğini ve şeklen olsa dahi var olan yargıyı da yerle bir etmiştir.” günümüz Türkiye’sinde yaşamın her alanında bırakınız hukukiliği, kanunilik dahi uygulanmıyorsa Allah’a c.c. havale etmek en iyi yoldur. Her ne kadar AİHM’e kadar hak arayacaksamda tıpkı Askeri Şura kararlarıyla haksız yere atılıpta mesleğine olmasada geriye döndürülen askeri personel gibi geçecek zamanı telafi etmek mümkün gözükmemektedir.

Aşık Mahsuni Şerif’in türküsünde dediği, Hozan Beşir’in daha tiz perdeden söylediği “At ölür meydan kalır vay, yiğit ölür şan kalır. Kör olası dünyada vay, can gider zaman kalır. Zalimin zulmü varsa ey, mazlumun Allah’ı var. Ahım seni kül eder vay, vallahi billahi yar” dinlerken eşlik ediyorum. Elbette ki, Rabbimin bilipte bizim bilmediğimiz, O’nun hayırda şer, şerde hayır yarattığını bilen ve hayatta bu durumları çokça yaşayan birisi olarak “Ya Rab sen varsın ve ben, Sana iman etmişim, lütfundan hoş kahrında hoş” diyorum.