Bir süredir siyasetin dili ile toplumun, en azından belli kesimlerinin dili arasında ciddi bir mesafe oluşmaya başladı. Özellikle Uludere sonrası kullanılan haşin ve incitici söylemler, kanımca bugüne kadar iç ve dış politikada atılan birçok olumlu adımı gölgeleyecek nitelikte. Ortadoğu'da istikrarsızlık bulutları gökyüzünü kaplamışken, alicenap güç olarak yükselmeyi hedefleyen bir ülkenin kendi vatandaşına karşı, yanlışlıkla da olsa zarar vermesi kuşkusuz kabul edilemez bir hadise.

Olaydan sonra neden hemen resmi bir özür dilenmediğini, dilenseydi kime ne olacağını samimiyetle hala anlamış değilim. Siyaseten ve istihbari manada tuzağa düşmüşlük ya da beceriksizlik ihtimallerinin yarattığı olumsuzluk bir yana, siyasi karar alıcıların insani bakımdan duruma çok üzüldüklerini de tahmin ediyorum. Konunun hassasiyeti değerlendirildi; tazminat ödenmesinden kaçınılmadı; üst düzey bürokratlar ve Başbakanımızın eşi bir heyetle köyü ziyarete gitti. Yani zaten hata yapıldığı kabullenildi ve tamir edilmeye çalışıldı. Öyleyse 'siyasi söylemlerdeki bu hoyratlığın, acımasızlığın nedeni neydi?' diye sorsak. Bu kötücül dilin yarattığı travmanın, facianın kendisinden daha derin yaralar açtığını fark etmiyorlar mı? Ya da birileri aksine mi ikna ediyor, anlamak mümkün değil.

Peki hemen arkasından gelen 'her kürtaj bir Uludere'dir' söylemine ne diyelim? Sezaryeni ve kürtajı küresel bir komplonun parçası olarak değerlendirmeyi hangi kategoriye sokalım? 'Tecavüze uğrayanlar bebeklerini doğursunlar, devlet onlara bakar' ifadesini nerelere saklayalım?
Bir durun, nefes alın desek! Sadece gündemi değil, insanların zihinlerini, inançlarını, beklentilerini de tarumar etmek bu olsa gerek. Evet, bir durun da, esas meselenin ne olduğuna bakalım. Size kızıyoruz tamam da, ne demeye çalıştığınızı bulalım.


1-
Esas konu kürtajın bir cinayet olması, dinen kabullenilmemesi, oy avcılığı falan değil. Doğumda sezaryenin yüzdesinin giderek artıyor olması hiç değil. Sorun, bir süredir nüfus artışının doğu bölgelerimizde hızla yükselmesi, batıda ise neredeyse durma noktasına gelmesi. Başbakan'ın 3 çocuk açılımı da çocuk sevgisinden çok, bu nüfus dengesinin sağlanması hedefine yönelik. Kürtaj ve sezaryen de nüfus artışını engelledikleri için olumsuz algılanıyor. Türkiye'nin son on yıllarda uyguladığı nüfus planlaması stratejisinin ülkenin her bölgesine aynı ölçüde sirayet etmemesi ve bölgesel artış farklarının bulunması böyle bir denge arayışını da beraberinde getiriyor. Etnik olarak çoğalma arayışı Kürt bölgesinde de bazı örgütler tarafından siyaseten kullanılıyor. Nüfus planlamasına yönelik önlemler komplo olarak lanse ediliyor, kullanılması engelleniyor. Bir zamanlar 'aman artmasın' dediğimiz nüfus, bir başka bakış açısıyla 'aman mutlaka artsın' stratejisiyle şekilleniyor. Bu da bir planlama yöntemi. Azalarak değil, çoğalarak dengelenmek. 


2- Nüfusun çoğaltılarak planlanması AKP'nin icat ettiği bir yöntem değil.
Tarihte büyümeye hevesli hemen bütün siyasetler bu tür yaklaşımları kullanmışlardır. Benzetmek gibi olmasın ama örneğin Nazi Almanyası'nda doğurganlığın ve anneliğin her türlü teşviki ve kadınların istihdam alanından eve kaydırılması önemli bir siyasal projeydi. (Kürtajın cezasının da ölüm olduğunu söyleyelim). Büyümeyi hedefleyen devlet anlayışlarında üretken nüfus yaratmanın öncelikli bir hedef olması normal bir durumdur. Bu bakımdan doğurmak da, doğurmamak da kadınlıkla, annelikle değil, siyasetle ilgili meseleler olarak değerlendirilmiştir. Bugün kadınlar kendi bedenleri üzerinde gelişen erkek egemen tasarrufa tepki göstermekte haklıdır ama mesele o bedenlerin siyaseten de işe yaramasıdır.


3-
AKP 10 yıldır iktidarda ama kürtajın cinayet olduğu bu kadar zaman sonra bir anda nasıl fark edildi? sorusunu bir kenara bırakalım. Zararın neresinden dönülse kardır. Dünya haritasına bir bakın. Bütün gelişmiş ülkelerde kürtajla ilgili düzenlemeler 'yasaklamaktan' ziyade 'sağlıklı hale getirmek' üzerine kurulu. Gelişmemiş güneyde ise yasaklamalar sürüyor. Bu nedenle de sağlıksız koşullarda yapılan kürtaj neticesinde sadece bebeklerin değil, annelerin de tehlikeye atılması söz konusu oluyor. Eğer nüfus artışı istiyorsanız anneliği ve doğurganlığı teşvik edin, özendirin, güzelliğini anlatın. Hemen her kadın anneliğe teşnedir zaten. Öyle hayt huyt erkek ağzınızla esip gürleyip, benim gibi kürtaj fikrine hoş bakmayan kadınların bile çileden çıkmasına yol açmayın.

(Akşam gazetesinden alınmıştır)