Sanki bir laboratuvar deneyindeyiz. Birileri bizi mikroskobun altına almış, üzerimize türlü solüsyonlar koyup nasıl bir tepki vereceğimizi ölçüyor. Bir gün terör, öbür gün doğal afet, diğer gün siyasi kriz, bir başka gün skandal, sonra yine terör, yine ölümler, yine aynı terane. Hiçbir insan evladının dayanamayacağı testlerde kullanılan denekler gibiyiz. Tarifsiz acılara, alaca karanlık sabahlara müptela olmuş yaşayıp gidiyoruz. Eğer bu hakikaten yaşamaksa...

Dün de bir cephanelik faciasıyla güne başladık. Yangının gecenin ilerleyen saatlerinde sosyal medyada paylaşılmaya başlayan görüntüleri, sabaha doğru yas tutacağımızın kanıtıydı aslında. Böylesine büyük bir mühimmat deposunda bir patlama olduysa, yakınlarda bulunan hiç kimsenin kurtulması mümkün değildi. Önce yaralı askerlerimizin haberleri geldi, sonra şehitlerimizin. Hep birlikte yandık, yaralandık.

Doğal olarak depodaki patlamanın nedenleri üzerine çeşitli yorumlar da gelmeye başladı. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu'nun henüz kaza mahallinde doğru düzgün bir inceleme olmadan sırf oradaki askeri yetkililerden aldığı bilgiyle 'bu bir kaza' açıklaması yapması ve bir sabotaj ihtimalini dışlaması, kanımca bırakın ortalığı sakinleştirmeyi, spekülasyonlar için zemin hazırladı. Daha cesetler olay mahallinden çıkarılmadan, deliller toplanmadan ve geniş kapsamlı bir soruşturma yapılmadan böylesi bir açıklamanın kuşkuları daha da artırdığının ve bir örtme çabası olarak algılandığının bilinmesi gerekir. Böyle durumlarda görüyoruz ki, profesyonellik ve iş bilirlik kriz ortamlarını yönetebilmenin ön koşulu.

Bakan Eroğlu, zor zamanda hükümetin sözcüsü haline gelip, üzerine çok güç bir görev almış olsa da, profesyonelce hazırlanmış bir metin üzerinden konuşmaması doğru değil. Keder ve isyanın en üst düzeyde olduğu bir zamanlamada 'olur böyle vakalar; Hindistan'da ve Pakistan'da da oldu' biçimindeki açıklamaların, içeriği doğru olsa bile kamuoyunda olumlu karşılanmadığı açık. Bu tür açıklamaların kriz yönetimi çerçevesinde ele alınıp, hükümet sözcüsü tarafından yapılması devlet ciddiyetine daha uygun bir tutum.

Toplumsal psikolojiyi böylesine bozan, isyan ve öfke sıçraması yaratan durumlarda en doğru tutumun ne olduğu psikiyatristlerin ve politik psikologların da desteğiyle belirlenmeli. Kullanılan söylemler, kavramlar yatıştırıcı birer ilaç etkisi yaratabileceği gibi, ağır psikolojik hasarlara da yol açabilirler. Türkiye toplumunun PKK ile mücadele tarihi boyunca çok ağır bir travma yaşadığını göz ardı etmemek gerekiyor. İçinde yaşadığımız duygusal ortam bir savaşta olmanın dirençli psikolojisinden çok, çaresizliğin, incinmişliğin yansıması. Bir yandan isyan edip, bir yandan bir suçlu, bir hain bulmaya çalışıyoruz.

Toplumsal psikoloji açısından en sorunlu durum da zaten bu; bir suçlu bulma arayışı.
O suçlu bulunduğu andan itibaren gelişen kitlesel tepki ve linç kültürü ise, tarihte birçok defa kitlesel kıyımlara önayak olmuş, göçlerin yaşanmasına, ülkelerin bölünmesine giden iç savaşlara yol açmış. Kısaca bu tür birikimler bir noktada boşalmaya başladığı an, çok ciddi sonuçları olan siyasi hareketlere dönüşme potansiyeline sahip.

Zor zamanlardan geçerken aklı selim en çok ihtiyaç duyduğumuz şey olacak.
Başta devlet erkanı olmak üzere siyasetçilerin, akademisyenlerin, medyanın, güvenlik güçlerinin çok dikkatli tutum alması ve tahrik edici söylemlerden çok yatıştırıcı tavırlara yönelmesi gerekiyor. Duygusal değil, stratejik tepkiler verme zamanı.

Unutmayalım, terör bir ülkeyi bölme ya da yıkma gücüne sahip değildir. Ama terör dolayısıyla gelişen psikolojiler ve ondan kaynaklanan çatışma ve iç savaş halleri, taş üstünde taş bırakmayacak gelişmelere gebedir. Tarih terörü bitirmek adına suçlular üreten, lince girişerek şiddete yönelen ve ülkelerinin bölünmesine, halklarının birbirine düşman olmasına yol açan siyasetlerin örnekleriyle doludur. Şehitlerimiz bu ülkenin bir bütün olarak kalması uğruna can verdiler, bize düşen sorumluluk ise onların mirasına sahip çıkmaktır.
 

(Akşam gazetesinden alınmıştır)