Erdoğan'ın muhalefetteki partilere, medyaya ve toplumun çeşitli kesimlerine yağdırdığı azarlar ve hakaretler her türlü ölçüyü aştı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın, İstanbul’daki AKP ‘kongre’sinde genel başkan sıfatıyla yaptığı konuşmayı, televizyondan izledim.
Siyasi hasımları için kullandığı kelimeyi önce anlayamadım. Sonra Türkçeye çevirdi. ‘Ölü sevici’ dedi. Anladım. Kelime bir sapıklığı ifade ediyor. Fransızca’daki hali şöyle: ‘nécrophilie’... Sözlükteki karşılığı (Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük Tahsin Saraç): “Cesetlerle ilişkiyi amaçlayan cinsel sapıklık.”
Erdoğan’ın çevirisi, o anlamı biraz makyajlamış. Ama anlam, o çeviriden de belli oluyor.
Erdoğan bunu, Uludere’nin sorumluları için ‘hayvan’ deme ayıbını işleyen BDP’li milletvekiline karşı söylüyor. Ama kendi kullandığı kelime, onunkinden çok daha ayıp. Aynı zamanda da ‘müstekreh’... (‘Müstekreh’ bu gibi sözcükler için kullanılan eski bir kelime... Anlamını bir yazımda anlatmıştım. Bugünkü dile, ‘iğrendirici, tiksindirici’ diye çevrilebilir.)
Zaten o kelimenin çok ağır olduğunun, Erdoğan da farkında. Onu kullanırken söyledikleri şunlar:
“Çok da ağır konuşacağım. ‘O emri hangi hayvan verdi?’ diyenler, Uludere olayında, olayın hemen arkasından zil takıp oynayanlar, ‘dağdakiler inmesin’ diyenler, ‘savaşta olur böyle şeyler’ diyenler, bu sıfata dahi layık olmayanlar nekrofillerdir. Yani ölü sevicilerdir. Bu kadar ağır konuşuyorum. Çünkü bunlar, sadece ve sadece ölüler üzerinden siyaset yürütürler.”
AKP Genel Başkanı, bunları söylerken, Çoğul eki kullanıyor. ‘Bunlar’ diyor. Parti adı vermiyor ama, belli ki, BDP’lilerin tümünü suçluyor. Ama onunla da kalmıyor. Diğer partilerden siyasetçiler ile medyayı da, gene genel ifadelerle hedef alıyor. Diyor ki:
“Bakın bir de akbabalar var. Medyada, ölüler üzerinden kampanya yürütenler var. Partiler arasında, acı ölümler üzerinden siyaset yürütenler var. (...) Ya siz kimsiniz? Siz, daha düne kadar, birileri karşısında hazırola geçip, selam çakıp, aldığınız emir doğrultusunda köşe yazısı yazıyordunuz. Daha düne kadar, üniformalılar sizi arayıp, yazdıklarınızdan, söylediklerinizden dolayı sizi azarlıyordu. Bunları bu tasmalarından kurtaran biz olduk. Ama bunların boynundaki tasma dün ulusaldı, bugün terfi ettiler, uluslar arası tasmaları boyunlarına taktılar.”
Konuşmanın bu bölümünün –eski deyimle- ‘teşbih’leri (benzetmeleri) onlar: ‘Tasma’, ‘ulusal tasma’, ‘uluslar arası tasma’... Medyada boynunda o tasmaları takanlar varmış. Peki kim bunlar? Boyunlarında eskiden üniformalıların taktığı tasmaları taşıyıp da Tayyip Erdoğan tarafından ‘tasma’larından kurtarılan, ama sonra ‘uluslararası tasma’ takan medya mensupları?..
Erdoğan burada da bir genelleme yapmakla yetiniyor. Öyle bir genelleme ki, anlatımını izleyenlerin gözünün önüne, medya mensubu olarak, hepsinin boyunlarında tasma bulunanlar geliyor.
Tabii, tasma, insanlardan çok köpeklere takılır... Erdoğan, ‘boynunda tasma taşıyanlar’dan söz ederken, acaba medya mensuplarına ‘köpek’ mi demek istedi?.. O da bir soru konusu.
Sorunun cevabını bilemem. Benim iki köpeğim var. Bence o kelimenin hakaret kastıyla kullanılması çok yanlıştır. Ama Başbakan, malûm, kendisinin, karikatürlerde bile –köpek bir yana- kediye benzetilmesine de büyük tepki göstermişti. Karikatürist arkadaşımız Musa Kart’a dava üstüne dava açmıştı. Eğer kastı, gazetecileri ‘tasma’ sözü altında köpeğe benzetmekse, kendisine karşı açılabilecek davaları da peşin olarak kabul edip ‘Evet ben bu hakareti yaptım. Bedeline razıyım’ demesi gerekir.
Aslında ‘köpek’ deme kastına gerek yok. Medya mensuplarını, ‘tasma’ taşıyan insanlar gibi göstermek de, onların kendisi hakkında hakaret davası açmasına yeter. 

***

Ama dava bir yana, asıl soru şudur: Başbakan sıfatını da taşıyan parti genel başkanının, hoşlanmadığı partiler ile medya mensupları için böyle sözler söyleyip durması, bulunduğu mevkie yakışıyor mu?
Ayrıca, Erdoğan, medya mensuplarını, boyunlarında tasma taşıyan ve tasmanın sahibinin emriyle yazıp konuşan insanlar gibi görürken, kendisini ve AKP’yi desteklemiş olan onlarca meslektaşımıza da hakaret etmiş olmuyor mu? Onlar o desteği Erdoğan’a, söylediklerine ve yaptıklarına inanarak vermemişlerdir de, ondan aldıkları emirle mi vermişlerdir?
Kısacası: Daha önce de çok yazdık: Erdoğan’ın gerek siyasi rakiplerine ve medyaya, gerekse toplumun çeşitli kesimlerine yağdırdığı azarlar, hakaretler, her türlü ölçüyü çoktan aşmıştır.
Bunlara karşı, pek çok kimsenin, dava açma hakları dahil, verebilecekleri cevaplar çok. Ama dilimizde bazı özdeyişler var ki, onlar da birer cevap oluşturur. Ben onları hatırlatmakla yetineyim:
Biri Osmanlı deyimidir: “Uslûb-ı beyan aynıyla insandır.” Bir diğeri daha Türkçedir: Kem söz sahibine aittir.” Şu da çokyaygın olanıdır: “Kişiyi nasıl bilirsin, kendin gibi.”

(Radikal gazetesinden alınmıştır)