Demokrasi tarihimizin daha başlangıcında büyük sorunların aşılması partiler arası diyalogla mümkün olmuştu. Bugün de bunun başka çaresi yok.

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Başbakan ve AKP lideri Erdoğan’dan randevu istemesi, siyaset hayatımızda önemli bir gelişme. Başbakan’ın bu talebi kabul etmesi de öyle... Görüşme bugün öğleden sonra yapılacak.

Aslında, iyi işleyen demokrasilerde başbakanlarla muhalefet liderlerinin birbirleriyle görüşmeleri normal sayılır. Bizde ise yıllardan beri şöyle bir durum var: ‘Görüşmeme’leri normal sayılıyor. Bir gün gelip görüşürlerse o, ‘önemli bir gelişme’ oluyor.

Bunun nedeni de belli: Siyasi tartışmalarımızın üslubu bozuldu. Bazılarının ‘siyaset’ten anladığı şey, karşısındakini ‘düşman’ yerine koyup ona en ağır kelimelerle hücum etmekten ibaret... Tabii, insan, karşısındakini düşman gibi görürse karşısındaki de ona aynı gözle bakar. Düşmanların birbiriyle görüşmemesi de normal sayılır.
Bugün yapılması beklenen görüşme, işte bu ‘kısırdöngü’den çıkılması umudunu uyandırdı.
O umudu uyandıran veriler arasında iki liderin sözleri var.

Kemal Kılıçdaroğlu, CNN Türk’te Ayşenur Arslan’ın prog-ramında konuşurken “Artık analar ağlamasın” sözünü hatırlattı. O sözün ortadan kaldırılması için terörün sonlanması gerektiğini söyledi. O programda ve daha sonra yaptığı konuşmalarda bu konudaki açıklamalarının özeti şöyleydi:

“Şehit anneleri, şehit babaları ısrarla bunu istiyorlar. Biz de taleplerini dikkate alıyoruz, sorumluluk üstleniyoruz. Başbakan’a gidiyoruz, yol haritamızı sunacağız. Bunun gerekli olduğunu açıklayacağız, takdir kendisinindir. Terör konusunda bütün siyasi partilerin ortak çaba harcamaları gerekiyor. Bu ortak çabayı harcar, sorumluluk üstlenir, terörü sonlandırırsak Türkiye’ye çok iyi katkı sağlarız. Son 30-35 yıldır Türkiye’nin gündeminden düşmeyen sorunu gündemden düşürürüz.”
Başbakan Erdoğan da o talebi kabul ettikten sonra, son Güneydoğu gezisinde şunları söyledi:

“Ben, önyargılı değilim. Peşin bir kararım da yok. Önce önerilerin ne olduğunu görmemiz, bilmemiz lazım. İstifade edebileceğimiz bir paketle geliyorsa o zaman bunu biz de yetkili kurullarımızda değerlendiririz, bundan istifade ederiz. Beraber yapmamız gereken çalışmalar neyse bu çalışmaları yaparız. Bütün mesele ülke olarak üzümü yemektir, bizim bağcıyla işimiz yok.”
Bugünkü görüşmenin sonucu, o sözlerle uyanan umudu güçlendirecek mi? Şimdiye kadarki tecrübeler hatırlanırsa bu soruya olumlu cevap vermek kolay değil ama dileriz öyle olsun.

Türkiye, çok partili demokrasiye geçtiğimiz 1946 yılından itibaren büyük sorunlar yaşadı. Bunların bazılarına çözüm bulamadı. Bazılarına buldu. Çözümü bulunan sorunların ortadan kalkması, hep, iktidarla muhalefet arasındaki görüşmeler yoluyla mümkün olmuştur.

1946-1950 arasında, dönemin iktidar partisi CHP ile muhalefetteki Demokrat Parti arasındaki siyasi gerginlikler tehlikeli boyutlara varmıştı. Bunların aşılması, dönemin Cumhurbaşkanı İnönü ile muhalefetin lideri Bayar arasında varılan ‘mutabakat’la gerçekleşmiştir. O zamanın dış politikasının ve iç politikasının birkaç temel konusunda varılan uzlaşmalar, o sorunların en azından bir süre gündemden çıkmasını sağlamıştır.

1950 genel seçimine de iki partinin birlikte hazırladığı seçim kanunuyla gidilmiştir. İki partinin temsilcileri Meclis dışındaki uzmanların oluşturduğu bir taslak üzerinde çalışmışlar, ona Meclis Komisyonu’nda son şeklini verdikten sonra genel kurulda da hep birlikte ‘kabul’ oyu vermişlerdir.

O günden bu yana yaşadığımız tüm seçimlerde, o seçim kanununda belirlenen yargı güvencesi kuralları ile oylama ve sayım usulleri geçerli olmuştur.

Bunun gibi, İkinci Dünya Sava-şı’ndan sonraki dış tehlikelere karşı alınan önlemlerde de partiler arası görüşmelerin ve uzlaşmaların katkısı büyüktür.

Ama bir de o görüşme ve uzlaşma ortamının oluşturulamadığı zamanları hatırlayalım... 1968-1969 öğrenci olayları sırasındaki siyasi kavgaları... 1970’lerin sonlarında tırmanan terör olayları sırasındaki kutuplaşmaları... Bugün geriye doğru bakılınca, “Keşke görüşülseydi” dememek için ne kadar çok sebep vardır.

Özetle: Bugün yapılacak olan Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşmesinin konusu, ülkemizin yakın geçmişteki büyük sorunlarının hiçbirinden daha az önemli değildir. Ve iktidar ile muhalefet arasında ‘samimi’ bir diyaloğu gerektirmektedir. Eğer o diyalog olumlu bir gelişmeyi başlatabilirse, bu, sadece o sonuca varabilen siyasi partilerimiz için bir başarı olmakla kalmaz. Ülkemizin tüm vatandaşlarının büyük bir çıkmazdan kurtulmasının yolunu açabilir.

(Radikal gazetesinden alınmıştır