3.BÖLÜM

Bazı akademisyen ve vatandaşların görüşlerine yer verilen Raporda “Karadeniz hep itilmiş; itilmişliğimize kendi dilimizce çare aramışız. Neyin barışı için gelmişsiniz onu da anlamadım? Benim vatanımda ülkenin en güzel yerlerinde yaşayanlar onlar, Ben Türkiye’nin 3/4’ünü gördüm. Ve doğuya yapılan yatırımları gördüm.


Keşke o yatırımların yarısı Karadeniz’e yapılsaydı. Karadeniz çok daha gelişmiş bir bölge olurdu. Ama doğudaki en ücra köylerin bile asfalt yolu var. Her şeyden para kazanan insanlar var.


Sürekli bize Kürtlerin demokratik haklarından bahsediliyor. Bizler Kürtlerle hangi konularda eşit değiliz? Aslında ben onlarla eşit olmak istiyorum, ben de vergi ödememek, su parası, elektrik parası ödememek istiyorum. Onlar da benim gibi vergi versinler eşit olalım.


Şerafettin Elçi bakan bulunduğu dönemde "Türkiye'de Kürtler var, ben de Kürdüm" şeklindeki açıklamalarından dolayı Ankara Sıkıyönetim Mahkemesince 2 yıl 3 ay cezaya çarptırıldı.


Yine Bakanlığı döneminde, "Bazı Kürtleri işe aldı" diye Yüce Divan'da yargılandı ve 2 yıl 4 aya mahkûm oldu. Bu cezalardan dolayı, otuz ayı aşkın bir süre cezaevinde kaldı. Bu cezaların bir sonucu olarak, 10 yıl kadar siyasi haklardan mahrum bırakıldı ve avukatlık mesleğini yapmaktan alıkonuldu.


Hatta çok fazla dillendirilen“Kürtler cumhurbaşkanı, bakan ve her şey oluyorlar” söylemine karşı, “Kürtler cumhurbaşkanı bile oldu ama Kürt olamadı” açıklamaları yapılmıştır. Bu ülkede bir Kürt avukat, müsteşar, cumhurbaşkanı olabiliyor ama sadece Kürt olamıyor. Bu ülkede bir Kürt Kürt olduğu zaman barış süreci olabilir. Bu sadece bir başlangıçtır.


Sorunun sadece devlet ile PKK arasında yaşandığı söyleniyor. Ancak bu da eksik bir bakış açısıdır. Kürdün derdiyle Türk, Türkün derdiyle de Kürt ilgilendiğinde ancak barış olabilir.


Batı’daki veya Karadeniz’deki insanların önce doğuya gidip orada kalmaları gerek. Oradaki insanları görmeleri lazım. Benim de önyargılarım vardı, tüm Kürtler PKK’lıdır diye. Ama oraya gittikten sonra bakış açım tamamen değişti.


Olay bizim canımızı bir yakmışsa onların canını bin yakmıştır.


Üniversitede öğrenciyken Türkiye’nin toplumsal yapısı dersinde bir hoca, “ülkenin doğusunda yabancı dil konuşuluyor” dedi sırf Kürt dememek için. Bu sorun sadece Kürtlerin değil Türkiye’nin sorunu. Sadece askerler değil siviller de ölüyor.


Resmi ideolojinin belirlediği anlamda bir mezhep, bir ırk ve bir erkeklik söylemi inşa edildi. 28 Şubat sürecinde başörtülüler sorun yaşadı. Bugün sorun büyük oranda çözüldü.


Benim başörtülü öğrencilerim açık öğrencilerimin özgürlük alanını işgal etmiyor. Çoğunlukçu bir demokrasi içerisinde değil katılıma açık bir demokrasi anlayışı çerçevesinde bu sorun çözülebilir.


Ben bir Alevi çocuğuyum. Bir Alevi olarak buralarda böyle aşağılandıysam çelişkilerin daha yoğun olduğu bir yerde ne şekilde aşağılanmalar olduğunu ben bilirim. Bu ülke Türklerin ve Sünnilerin ülkesi.


Bunu böyle anladım ve de böyle yaşadım. Eğer bir Alevi olarak bu dışlanmayı yaşadıysam bir Kürt ve Alevi bunun birkaç katını yaşamıştır. Yeni bir paradigmaya, toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız var artık.


Bu savaş sadece Kürt çocuklarını ağlatmadı. Türkiye’nin batısında da tüm demokratik hakları bastırdı engelledi.


İlk defa savaşın enstrümanları kullanılmadan barış konuşuluyor. Her gün batıda onlarca ailenin evine cenazenin geldiği, doğuya da evlere acının düştüğü bir dönemde barışı konuşmaya çalışıyorduk. Ama savaşın enstrümanlarıyla barış konuşulamıyordu. Ama ilk defa barışın enstrümanlarıyla barış konuşuluyor.


30 yıl boyunca silahlı mücadele var diye ülke bölünüyor deniyordu. Şimdi silah bırakılacak bu sefer de silah bırakılıyor, ülke bölünüyor diyorlar. Bu algıyı da ben şahsen anlayamıyorum. Van Çatak’ta öğretmenlik yaptım. Sinop’ta da öğretmenim. Çatak’taki öğrencimin dağa çıkıp ölmesini istemiyorum, aynı şekilde Sinop’taki öğrencimin de askere gidip yaşamını yitirmemesi gibi.


12 Eylül’de koskoca bir Türkiye’yi paylaşamazken birileri bu salondaki gibi toplantılar yapsaydı 12 Eylül’de 2 metrekarelik hücrelerde işkence yaparlar mıydı bize? Yaşı büyütülerek idam sehpasına çıkarılan Erdal Eren, hiçbir suçu olmayan Selçuk Duracık, Mustafa Pehlivanoğlu idam edilir miydi? Onları geri getirebilir miyiz şuan? 12 Eylül’den önce barış içinde bu şekilde konuşabilseydik Diyarbakır Cezaevi’nde akıl almaz işkenceler yaşanabilir miydi?


Keşke 12 Eylül öncesi o çatışmaları yaratan dönemde de bir akil heyet olsaydı da barış dilini geliştirseydi. Ortada bir yangın var. Bu yangına körükle de gidilebilir, bu yangın söndürülebilir de. İşin sevindirici yanı bu yangın söndürülmeye çalışılıyor. Türkiye’nin 81 ilinde bu sorun tartışılıyor ve herkes yangını söndürmenin derdinde.


Konfüçyüs, “karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak” diyor. İşte bugün mum yakma günüdür.


Karadeniz Raporunda yeni Anayasa ve başkanlık sistemi ön plana çıktı…


Raporda “Toplantılarda temel hak ve hürriyetleri güvence altına almak suretiyle devlet iktidarını sınırlayan özgürlükçü sivil bir anayasanın yapılması beklentisi öne çıkmıştır. Bundan sonraki aşama için, asıl önemli beklenti ve çözüm kaynağının yeni anayasa olduğu defaten tekrarlanmıştır.


Demokratik ve yeni bir anayasanın pek çok sorunu çözeceği ifade edilmiştir.


Çözüm sürecinin herkes tarafından tatminkâr şeklinde kabulü insanları “tanımlayan” değil; Türkülerde Yemen destanından bahsedilir ama kimse Yemen İsyanından bahsetmez. Yemen İsyanı 1911’de sonuçlandı.


Ahmet İzzet Paşa isyanın lideriyle oturup anlaştı. O Yemen İsyanı öyle bir sonuçlandı ki Birinci Dünya Savaşında Yemenliler kahramanca savaştılar. Mondros Mütarekesinde silahları teslim etmediler.


21. yüzyıl kimlikler çağıdır, herkes bir diğerinin kimliğine saygı gösterip karşısındakinden de saygı beklemelidir. Bu barışın yeni bir anayasayla taçlandırılması gerekiyor. Sivil anayasanın, ayrıştırmayan, milleti bir arada tutan temel değerleri kucaklayan bir anayasa olması ve toplumsal mutabakatı düzenlemesi gerektiği beyan edilmiştir.


Buna karşın bölgedeki faaliyetler boyunca sıklıkla “Hükümet bedel olarak başkanlık sistemine destek sözü mü aldı?” sorusu ile karşılaşılmıştır. Başkanlık sistemi, ABD’deki uygulaması dolayısıyla aynı zamanda eyalet sisteminin benimsenmesi şeklinde algılanabilmektedir.


Özellikle çözüm sürecine karşı olanlar bu hususu aleyhte kullanmaya gayret göstermektedirler. Bu noktada çözüm sürecinin Anayasa ve başkanlık tartışmaları ile çakışmasının süreç üzerine gölge düşürdüğü tespiti yapılmıştır.


Çözüm sürecine yönelik olarak “Karadeniz Bölgesinde desteğin az olduğu” şeklindeki iddia ve buna ilişkin anketler, yapay bir tepki sürecinin zeminini hazırlamıştır. Akil İnsanlar heyetine yönelik bazı siyasi parti başkanlarının karalayıcı ifadeleri, toplantılarda gerginliğinin artmasına ve şehirlerde protestolara yol açmıştır.


Buna karşın protestolar daha ziyade demokratik zeminde gerçeklemiş, Karadeniz Bölgesindeki heyetimizin faaliyetlerine engel olmamıştır. Çözüm sürecine yönelik tepkisel eylemlere katılanların sayısı en fazla Kastamonu’da olup, bu ildeki protestocu sayısı dahi 150 kişiyi aşmamıştır. En fazla göstericinin beklendiği ve bu sayıya istinaden tedbirler alındığı Trabzon’da dahi protestocu sayısı 60-70 kişi civarında kalmıştır.


Sadece Amasya ilinde, Yeni bir anayasa yazılacaksa tüm kimlikleri, tüm inançları koruyan bir anayasa olmalıdır. Bizim insanları tarif etmeye değil, tanımaya ihtiyacımız var. Anayasa tarif etmemelidir, tanımalıdır. Sorun tek tipleştirmedir. Bundan vazgeçildiği takdirde sorun çözülecektir. Farklılıklarımızı ayrıştırma olarak değil zenginlik olarak değerlendirmeliyiz Eğer ki bu sorunun çözümü doğrultusunda atılacak adımlar başkanlık sistemi karşılığında atılacaksa bu siyasi ahlaksızlıktır. Bu konuların farklı düzeylerde ele alınması gerekir. Bugün toplumda bir tarafını AKP’nin oluşturduğu bir tarafını diğerlerin oluşturduğu “sen bana başkanlığı ver ben sana barışı vereyim” gibi bir algı oluşmuştur. Bu algının kırılması gerekiyor. Barış ciddi bir projedir.


18 ilden 15’inde etkinliklerde İşçi Partisi/TGB, Ülkü Ocakları ve Kamu-Sen bazen ayrı ayrı bazen ise birlikte protesto eylemleri yaparak tepkilerini ortaya koymuştur. Karadeniz Bölgesindeki 18 ilden birkaçında CHP bu tepkiye katılmıştır. Hiçbir ilde sözlü hakaret dışında fiziksel bir saldırı olmamıştır.


İlgi çekici olan ise basının sanki gerçekten çok büyük protestolar olmuş gibi 15-20 kişilik gösterileri bile “halkın akillere tepki verdiği” şeklinde sunmasıdır.


Öyle ki, basında “Trabzon'da etten duvar”, 17 tane protestocunun bulunduğu Artvin'de "Akiller korktu" ve “Düzce’de soğuk duş”, “Şehit ailelerine gaz”, "Zonguldak’ta linç girişimi" şeklinde trajikomik denecek derecede gerçekleri saptıran haberler yer alabilmiştir.