Anayasa Mahkemesinin kuruluşunun 50. yılı töreninde ilginç konuşmalar oldu.

Özellikle, Siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğizsözleriyle dikkatleri çeken, Haşim Kılıçın ne demek istediği merak konusu olmuştu, daha önce.

Anayasa Mahkemesinin önümüzdeki haftalarda, Cumhurbaşkanı Gülün görev süresi konusunda karar verme durumunda olması ve 12 Eylül 2010 referandumu sonunda üye sayısı 17’ye çıkarılan heyette, Abdullah Gülün seçtiği üyelerin çoğunluğu oluşturmaları, kimilerinin Haşim Kılıçın sözlerine ayrı bir anlam vermelerine neden oluyor.

Bu tür arayışlar belki de, eskiden beri yüksek yargı temsilcilerinin, iktidarın egemenlerine hukukun üstünlüğü ve demokrasinin temel ilkeleri konusundaki hatırlatmalarına alışkın olan toplumsal bellekten kaynaklanıyor olabilir.

Bence Anayasa Mahkemesi Başkanının sözleri, belirli odaklarla yakın ilişkileri, geçmişteki eylem ve davranışları göz önünde bulundurularak değerlendirilmeli ve onlardan bir sonuç çıkarmaya çalışırken, ihtiyatlı olmalıdır.

***

Daha önceki konuşmalarında olmadık anlamlar aranan Haşim Kılıçın önceki günkü törendeki sözleri de ilginçtir.

Cumhurbaşkanı gibi onun da konuşması, inanç ve düşünce özgürlüğü, demokrasikavramlarıyla bezeliydi.

Başka türlü olması da beklenemezdi.

Ancak şimdiye kadar yaşadıklarımız Anayasa Mahkemesinin 50. yıl törenlerinde yapılan konuşmalardaki vaatler konusunda biraz daha dikkatli olmayı gerektiriyor.

Kimi tümcelerin ne anlama geldiğini, yalnızca geçmişteki davranışlara bakarak saptamak da tam olarak mümkün olmuyor.

Anayasa Mahkemesinin, siyasi aktörler arasında hakemlik fonksiyonunu yerine getirdiğini söyleyen Haşim Kılıçın bu kurumun taraflara lojistik destek sağlayacak bir kuruluş, olmayacağı gibi milletin iradesini temsil edenlere çelme takma yeri olarak da kullanılamayacağıtümcesinin uzun tartışmalara yol açması da çok olasıdır.

Anayasal yargıyı milli iradeye çelme takma yeri olarak algılayan siyasi düşünce, özellikle çoğunlukçu demokrasinin dar kalıplarını aşamamış, geri kalmış ülkelerin siyasetçilerinde çok yaygındır. Hatta bu tavır yargı düşmanlığına bile dönüşebilir.

***

Anayasal denetimin, siyasi iradenin anayasanın ve de hukukun temel ilkelerinin dışına taşmasının ne gibi felaketlere yol açtığının görüldüğü acı deneyimlere bir tepki olarak ortaya çıktığı düşünülürse, milli iradeye çelme atma yeri benzetmesinin (ki kendi kurumunun eski kararlarını eleştiren bir içeriği de var) ne denli yadırgatıcı olduğu kendiliğinden anlaşılabilir.

Öte yandan, din ve vicdan özgürlüğünün bireyin iç dünyasında kalması gerektiğine indirgeyen anlayışların toplumda hiçbir zaman kabul görmediğini söyleyen Kılıçın bu görüşlerinin, aynı törende konuşan AİHM Başkanı Nicolas Bratzanın sözleriyle karşılaştırılmasından ilginç sonuçlar çıkmaktadır.

Nicolas Bratzanın atıf yaptığı Refah Partisinin kapatılması ve türban kararları ise din ve vicdan hürriyetinin kimi alanlarda kısıtlamalarının demokrasiye aykırı olmayıp laik devletin görevi olduğu yolundaki görüşün egemen olduğu kararlardır, Bratza bunları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı görmezken Haşim Kılıç ile aynı çizgide görünmüyordu.

Ama artık böyle ince hukuki ayrıntılar dönemi gerilerde kalmıştır.

Ana çizgileriyle bakıldığında, Haşim Kılıçın sözleri, AYM ile siyasi iktidar arasında demokrasi ve laiklik algılamaları bakımından büyük bir çelişki olmadığını gösteriyor.

(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)