Başta geçmiş dönem Cumhurbaşkanlarımızdan Sayın Ahmet Necdet Sezer olmak üzere pek çok, 'referanslarını Batı'dan alan', benim tabirimle 'ecnebi' aydınımız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e gönderme yaparak 'muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak'tan söz ederlerken, 'muasır medeniyetten' Hıristiyan Batı'yı anladıklarının altını çizerlerdi.

Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül de, 19 Mayıs kutlamaları nedeniyle kabul ettiği gençlere 'muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak' konusundaki görüşlerini dile getirmiş.

Batıcı 'kolonyalist' yaklaşımdan uzak, aslına uygun, çok da güzel bir 'muasır/çağdaş' açıklamasında bulunmuş. Şöyle:
'Çağdaş denildiğinde yaşanılan anda yeryüzünde en ileri giden, halklarını mutlu ve zengin eden, kalkınmış ülkelerin anlaşılması gerekiyor. Hangi ülkeler halklarını mutlu etmede daha ileri gitmişler, buna bakacağız ve onların ötesine geçerek onlardan daha iyi olacağız. Büyük Atatürk'ün bize verdiği hedef bu.'

Bu vesileyle rahmetli Halit Refiğ'in NPQ Türkiye'de yayımlanan 'Türk Kimliği' başlıklı makalesinden, Gazi Mustafa Kemal'in 10. Yıl Nutku'ndan seçilip de 'yarım olarak' kullanılan bu meşhur ifadesine dair şu alıntıyı bir kez daha yapmakta yarar var:
'Millilik ve asrilik ilişkisi gene çok veciz bir şekilde Atatürk'ün 10. Yıl Nutku'nda şöyle ifadesini bulmuştu: 'Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız...' Burada açıkça anlaşılabileceği gibi kültürde amaçlanan Tanzimatların 'alafranga'lığı değil, milli kültürün güçlendirilmesidir. İşin gerçeği bu olmasına rağmen özellikle Atatürk'ün ölümünden sonra bu esas saptırılmış, Atatürk'ün hedefinin Türkiye'yi Batı'ya benzetmek olduğu şekline sokuşturulmuştur.
İşte yakın gelecek için Türkiye'deki kültür eğilimleri üzerine düşünürken öncelikle bu gerçeği doğru bir şekilde değerlendirmek gerekmektedir.'

Hangi konuda 'Muasır medeniyet seviyesi'nin üzerine çıkmaktan söz ediyormuş Gazi Mustafa Kemal? Milli kültürümüz konusunda... Oraya ulaşmaktan mı söz ediyormuş? Hayır, onun üzerine çıkmaktan söz ediyormuş...
İşte tam da bu noktada, Sayın Cumhurbaşkanı  Abdullah Gül'ün konuya getirdiği önemli açılımı da fırsat bilip Devlet Tiyatroları'nın özelleştirilmesi bahsinde düğmeye basmadan önce 'durup düşünmek' lazım geldiğini bir kez daha hatırlatmak boynumuzun borcudur.

Bu vesileyle tüm kendine, ailesine, yakın çevresine, ülkesine, doğa ve insan canlılığına karşı kendisini biraz olsun sorumlu hisseden tüm gençliğin bayramını yürekten kutluyorum...

Bazen bir cümle on kitap eder...

UluslararasI sosyal ve politik yorum dergisi olarak tanınan NPQ (New Perspectives Quarterly) dergisi editörü Nathan Gardels'ın, neredeyse derginin 'alt başlığı' gibi sunduğu ve uzun yıllar Türkiye'deki yayımcısı olarak bizim de arka kapakta sürekli kullandığımız şu cümle salı günü vefat eden ünlü yazar Carlos Fuentes'e aittir:
'NPQ bütün entelektüel dünyanın buluşup tartıştığı tek merkezdir.'

NPQ Danışma Kurulu üyesi de olan Carlos Fuentes'i bizim okurumuz özellikle, 'Kutsal Bölge', 'Artemio Cruz'un Ölümü' ve de elbette unutulmaz aktris Jean Seberg'i hemen akla getiren 'Diana' (Yalnız Avlanan Tanrıça) adlı kitabıyla tanır.  Bana göre ise Fuentes öncelikle bir düşünce adamıdır. 'Medeniyetler Çatışması' adlı kitabın yazarını 'İslam-karşıtı Haçlı Seferi'ne çıkan Aslan Yürekli Huntington' olarak niteleyen Fuentes, NPQ'daki makalelerinde Obama'nın iktidara gelişini de rezervli bir heyecanla karşılamıştı.
Jean Seberg'le iki aylık ilişkisi üzerine gazetelerde bir dolu yazı yayımlanınca insan ister istemez Fuentes'le Romain Gary arasında belli belirsiz de olsa bir kıyaslama yaparken yakalayabiliyor kendisini. Fuentes'in edebiyattaki gücü üzerine kelam etmenin olanaksızlığını gayet iyi bilerek 'okur gözüyle' bir de Romain Gary'i düşündüğümde 'aklın' ve 'gönlün pencereleri' derhal açılıverdi içimde. Tabii ki Fuentes bir 'akıl' penceresidir. 'Uçurtmalar' adlı kitabında 'İnsan gözleri gökyüzünde biri tarafından yetiştirilir de incinmez olur mu hiç?' diye soran Romain Gary de hiç kuşkusuz nezdimdeki 'gönlün penceresi'nde arz-ı endam eyler. Bu tespitimin en güzel kanıtlarından biri de Jean Seberg'le ilgili olarak yazdığı şu cümledir:
'Ne değiştirebildiğin, ne yardım edebildiğin ne de terk edebildiğin bir kadını sevmenin ne demek olduğunu bilemezsiniz.'
Bu cümle bence on tane 'Diana' kitabı eder...

Jean Seberg benim iki büyük gençlik aşkımdan biriydi. Diğeri de Romy Schneider tabii ki... Dördü de hayatta bulamadıkları huzuru inşallah gittikleri yerlerde bulurlar... Allah'ın rahmeti üzerlerinde olsun.

(Akşam gazetesinden alınmıştır)