Çok kaba bir özetle bakanlarımızdan biri 'gaza basalım', diyor (Zafer Çağlayan); diğeri 'frene' (Ali Babacan)?

Bu fikir ayrılığı taktik düzeydedir. İdeolojik değildir. Dünya görüşü odaklı hiç değildir.

Biri bardağı yarısı boş görürken, diğeri dolu görüyor sanki. İkisi de çıkış yolu arıyor. Sadece yaklaşım farklı. Bir de Maliye Bakanı giriyor konuya tabii ki? Mali disiplin? Ödemeler dengesi? Cari açık falan?

Şimdi cazgırları beklemek lazım. 'Hükümette çatlak var!', 'Bakanlar birbirlerine düştü!', 'Başbakan düdük çalıp hepsini susturacak!' vb.

Oysa sağlam bir muhalefetin bulunmadığı ortamlarda zindeliği bu düzeyden fikir ayrılıklarının sağlayacağını, bu çerçevede de 'Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan' doğar sözünü zaman zaman hatırlamakta yarar var.

Mantıki olan, bu tartışmanın iktidarla muhalefet arasında geçmesi değil mi? Biri gaza basalım diyecek, öteki frene? Her ikisi de makro ve mikro ekonomik çözümler konusunda memleket ve millet için en iyi yolun en iyisinin hangisi olduğunu ciddi analizlerle ortaya koyacaklar?

CHP bu konuda ne 'düşünüyor', bileniniz var mı? AB konusunda ne 'düşünüyorlarsa' bir benzerini 'düşünüyor' olabilirler mesela. 'Haysiyetli bir giriş olacaksa, neden girmeyelim' gibi?

Bakmışlar üç bakan muhalefetten tık yok, hiç değilse zindeliği biz aramızda sağlayalım demişler? Gerçek olsa şaşmam; neredeyse inanacağım bu analize?

Konu madem ekonomi ve otomobilden yoldan söz ediyoruz.. O zaman bir üçüncü seçenek de olabilir mesela. Virajın öncesinde frene basıp yavaşlamak. Tam ortasına gelince de gaza basıp hızlanmak ve aracı toparlamak. Çünkü virajın ortasında frene bastınız mı, savrulma tehlikesi her an için söz konusudur.

Tartışmanın yumuşak karnını ise AK Parti saflarında bu durumu doğru dürüst okuyamayanlar oluşturuyor. Bazılarında bir panik ve endişe. 'Kendi içimizde de mi bir karpuz sendromu yaşayacağız.' diyenlere raslıyoruz. Ortadan ikiye ayrılma anlamında yani. Görüş ayrılığına tahammülsüzlük ve her dahili çelişkide 'Tayyip Bey demir yumruğunu vurup meseleyi bitirsin!..' hissiyatı. Demokrasi hazımsızlığı başka nasıl tezahür eder ki? Netice? Biri fiilen uygulamada gaza basıp, öteki de frene basarak balataların yanmasına neden olmadığı, 'nezahet' sınırları da zorlanmadığı sürece, hangi düzeyde olursa olsun, taktik görüş ayrılıkları ve bunların açıkça dile getirilmesi, siyasi sağlık ifadesidir? Ya herkes (örneğin Başbakan'dan çekindiği için) içine atsaydı?

Kültür hayattan doğar ve onu öldürür de...

Almanya'nın geleneksel Oktoberfest'inde her yıl bira tüketimi rekoru yaşanır. Dünkü gazetelerde bu dünyanın en büyük bira festivaliyle ilgili haberlerden birinde Helga isimli garsonun aynı anda oniki adet, litrelik koca bira bardaklarını iki eliyle kavrayışını gösteren bir fotoğraf yayımlandı. Fotoğrafa bakarken ülkeler arasındaki bazı alanlarda ortaya çıkan 'kültürlerarası uçurum'u (hatta bunlara bağlı olarak hazırlanan farklı yasal düzenlemeleri) düşünmemek elde değildi.

Başkan Obama'nın 'İslam karşıtı film Amerika'ya hakarettir' diyen beyanatındaki 'Her gün bana da hakaret ediyorlar. Ancak tam da ifade özgürlüğünü savunduğumuz ve sahip çıktığımız için bir şey yapamıyoruz' biçimindeki sözlerini ekrandan dinlerken de aynı duyguyu yaşadım. Youtube'u aylarca yasaklamış bir ülke olarak Amerika'daki en azından kağıt üzerindeki sınırsız sorumsuz algısı yaratan özgürlüklerini idrak edebilmek çok kolay olmayabilir. Hele de, değerlerin en üst noktası olan dine saldırı söz konusu ise?

Post modern çağın küresel damarlarında oksijen yerine paranın, üstelik sahibi bile belli olmayan sanal paranın dolaşmaya başlamasından bu yana, medyanın aynı anda gezegeni kuşatan mesaj bombardımanı altındaki dünyamızda 'Toplumu sigara ve alkolden kurtarmalıyız' diyen Sağlık Bakanı sayın Recep Akdağ'ın da, İslam karşıtı filmin çocukları tarafından asla izlenmemesini arzu eden anne babaların da işi hayli zor.

Biraz da iletişimin 'kültür ve değerler' bağlamında milli boyutuna vurgu yapmaya çalıştığımız 'Algılama Yönetimi' adlı kitabımızın 'Güncellenmiş 5. Baskısını' yayıma hazırlayan Remzi Kitabevi'nin değerli editörü Eylül Duru 'kültür'le ilgili bölümün girişinde Andre Gide'in şu cümlesini kullanmamızı önerdi:

'Kültür önce kanlı canlı, çok sağlıklı olunduğunu gösterir, sonra donar, sertleşir, aklın doğayla kurduğu kusursuz bağıntılarına karşı koyar, yaşam devam ediyormuş gibi gözükür ama bunun altında yaşamın eksilmesini gizler, huzuru kaçmış aklın içinde sararıp solduğu kını meydana getirir, akıl bu kının içinde ışıksızlıktan solar, sonra da ölür. Kültür hayattan doğar, hayatı öldürür...' Andre Gide (Ayrı Yol. Çeviri: Tahsin Yücel)

Evet, gerçekten de iletişimin temel kurallarından biri olan 'Hedef kitlenin kültür ve değerlerine özen göstermelisin' ilkesi dünyanın her milimetrekaresi için geçerliliğini korumaktadır. Kültür ve değerlerle 'didişilmemesi' gerektiğini ifade eden bu ilkenin yanı sıra, farklı kültürlerin, küreselleşme sonucu artan etkileşimleriyle, değerlere oranla çok daha kısa sürelerde değişime uğradıkları da biliniyor. Bütün mesele şu: Tüm niyetlerden bağımsız olarak ilişki ve etkileşim içinde bulunan kültürlerarası diyalogların birbirlerine ne verip ne aldıklarını takip ederken realite ile hayallerimiz arasındaki terazinin dirhemlerini doğru seçebilme bilgisi ve yetisine sahip olabiliyor muyuz?

İrfandan nasibini alabilmenin bir başka yoluna ulaşabiliriz belki de, bu sorunun yanıtını doğru verebilirsek...

(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)