Yarın Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın ölüm yıldönümü. Öbür gün ise Türkiye'nin yakın tarihinin en karanlık ve en akıl dışı darbe süreçlerinden olan 28 Şubat'ın 16. yıldönümü.

Türkiye, 27 Mayıs 1960 darbesinde 1 yıl 4 ay, 12 Mart darbesinde 2 yıl 8 ay, 12 Eylül darbesinde ise 3 yıl 2 ay toplamda 7 yıl 2 ay süreyle askeri yönetimler tarafından idare edilmiş.

Darbelerle iç içe geçmiş bir siyasi tarihle karşılaşmak ülkemiz adına üzüntü verici. Demokrasinin ve milletin iradesinin hiçe sayıldığı bir tarih bıraktık çocuklarımıza maalesef.

Bıraktık diyorum çünkü biliyorum ve umuyorum ki bir daha asla "darbe" sözcüğü ile karşılaşmayacağız. Ne biz ne de çocuklarımız. Çünkü artık dünya da çok değişti Türkiye de.

Ama özellikle bizim jenerasyonun asla unutamayacağı bir "postmodern darbe" var o da 28 Şubat!
Milletçe seçilen sivil hükümetin istifaya zorlandığı, 2 bine yakın subayın irticacı diye ordudan atıldığı, dindar insanların fişlendiği, İmam hatip okullarının kapatıldığı, başörtülü öğrencilerin yerlerde sürüklendiği, insanların işkenceden geçirildiği, tankların yollarda yürütüldüğü, medya eliyle toplumun ikiye bölünmek istendiği, faili meçhul cinayetlerin olduğu, 'yeşil sermaye' denilerek insanların ticaret yapmasının engellendiği bir dönem. Ve saymakla bitirelemeyecek bir çok toplumsal travmaya neden olan bir darbe 28 Şubat.

Medyanın da desteği ile adım adım ilerletildi bu postmodern darbe. Ve en sonunda da Hükümet istifaya zorlanıp, Refah Partisi'nin de varlıklarına el konulup kapatılmasıyla amacına ulaştı.

Buraya kadar olan hikayeyi zaten hepimiz biliyoruz. Ama bilinmeyen ya da bilinçli olarak manipüle edilen önemli bir konu daha var. Daha önceki akşam bir televizyonda yazarın biri bağırıyordu: "28 Şubat kararları kötüydü de Erbakan niye imzaladı?" diye.

Peki rahmetli Erbakan 28 Şubat MGK kararlarını imzaladı mı imzalamadı mı?

MGK öncesi neler yaşandı? MGK sırasında neler yaşandı? Ve asıl MGK sonrasında neler yaşandı? Bunların cevabı hiçbir zaman netleşmedi. Ta ki Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nun raporu yayınlanıncaya kadar.

MİT'in ve Genel Kurmay'ın ardı ardına hazırladıkları irtica raporları tek tek, dönemin Cumhurbaşkanı Demirel'e sunuluyor. Demirel ise gereğinin yapmak yerine Erbakan'a mektuplar yazarak "irticaya asla taviz verilmeyecek" satırlarıyla tam aksine Erbakan'a "gereğini yap" diyordu.
17 Ocak 1997'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e, Genelkurmay Karargahında, "İrticai Faaliyetler" başlıklı brifing verildiği haberi, dönemin bütün gazetelerinde yer almıştı.

Öte yandan, benzeri bir brifingin Eylül 1996 tarihinde MİT tarafından da Cumhurbaşkanına sunulmuş olduğu Darbe komisyonu tarafından tespit edilmiş.

Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak, emekli olduktan sonra yaptığı açıklamada bu Brifinglerin, 28 Şubat sürecinin başlangıcı olduğunu açıklamıştı.

DEMİREL'İN İKİ MEKTUBU
Bu brifinglerin hemen akabinde dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, Erbakan'a 2 adet mektup gönderir.

MEKTUP 1)
Ankara, 4 Şubat 1997
Sayın Prof.Dr.Necmettin Erbakan
Başbakan


1- Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe ile ilgili bir soruşturma dolayısı ile; "Cumhuriyet Savcısı"na bilirkişi hey'etinin seçiminde baskı yapıldığı",
2- Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın irticai faaliyetlerin içinde olduğu,
3- İrticai faaliyetlerinden dolayı Askeri Şura kararı ile Ordu'dan çıkarılan Subay ve Astsubayların, Belediye'lere ve Bakanlıklara yerleştirildiği,
4- Atatürk düşmanlığı yapıldığı,
5- Bazı siyasi kişiliği olan konuşmacıların; laiklik, ırk ve dil konularında, ulusal değerleri yıpratmaya gayret sarfettiği
Hususlarında şikayetler intikal etmiştir.
Bu ve benzeri konuların, önemli hassasiyetlere sebep olduğu, huzursuzluk doğurduğu, gerçektir.
Gereğini rica ederim.
(İmza)
S.Demirel

MEKTUP 2)
Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Başbakan
Ankara

Malumunuz olduğu üzere; T.C. Devleti'nin Anayasa'nın 2. Maddesinde Cumhuriyet'in nitelikleri; "Demokratik, Laik ve Sosyal bir Hukuk Devleti'dir."
şeklinde belirlenmiştir.
4 Maddesi'nde; "Bunların değişmeyeceği" yazılıdır.
Cumhurbaşkanı ve Milletvekilleri Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden, bunun üzerine yemin etmişlerdir. Anayasa'nın 120, 121 ve 122. Maddeleri;
"Devletin korunması ile ilgili tedbirler" getirmiştir.
Cumhuriyetin niteliklerine ve Devletin temel çatısına yönelmiş tehdit ve tehlikeler; hem toplumda, hem de Devletin kurumlarında, büyük rahatsızlıklar yaratmaktadır. Bu arada, "Köktendinci" cereyanlara karşı fevkalade hassasiyet bulunduğu, yine malumunuzdur.
1- Laik düzeni korumak için mevcut kanunlar, harfiyen uygulanmalıdır.
2- Anayasa'nın 174. Maddesi'nin koruduğu "Devrim Kanunları" uygulanmalıdır.
3- Devletin kurumlarına "Köktendinci cereyanı"nın sızması, kesinlikle önlenmelidir.
Bu meyanda;
Yargı organları, Silahlı Kuvvetler, Üniversiteler, Emniyet Teşkilatı, Okullar, İdare, Diyanet Teşkilatı, Yerel Yönetimler korunmalıdır.

Gereğini rica ederim.
(İmza)
S.Demirel

(CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:9112-28, Desimal No:84, Fihrist No:2. )
***
28 Şubat MGK toplantısı normalde 3 saat olarak planlanmış ama hepimizin bildiği gibi 9 saatlik bir MGK toplantısına dönüşüyor.

Aslında o MGK toplantısında Başbakan Erbakan, 406 sayılı kararı imzalamıyor. Hatta "biraz daha üstünde çalışalım" diyerek toplantı salonunu terkediyor.

Ancak MGK toplantısından bir gün sonra, MGK "Basın Bildirisi" ile beraber, 406 sayılı Kararın 18 maddeden oluşan "Gizli" ekinin tamamı, basın-yayın organlarına gönderilerek yayımlatılıyor.

406 sayılı MGK Kararı, Başbakan ERBAKAN tarafından toplantının bitiminden beş gün sonra, 5 Mart 1996 tarihinde imzalanıyor. Bu Karar daha sonra, Basın Bildirisi ve Bildirinin EK-A'sı ile birlikte, MGK Genel Sekreteri Hv.Orgeneral İlhan KILIÇ imzasıyla, gereği için Başbakanlığa, bilgi için Genelkurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine gönderilmiş.

Erbakan'ın imzaladığı belgeler, medyanın manipüle ettiği gibi 28 Şubat kararları değil. İmzalanan maddelerin altında "Bakanlığınız tarafından değerlendirmesi" ibaresi düşülmüş. Yani incelenmek üzere Bakanlar Kurulu'na ve TBMM'ye gönderilen kararları imzalıyor Erbakan. MGK'dan sonraki 2 ay süresince de Bakanlar Kurulu toplanamadığından 8 madde uygulanamıyor. Zaten Refahyol Hükümeti'nin düşürülmesinin gerekçesi olarak da bu kararların uygulanmaması gösteriliyor.

Erbakan daha sonra Meclis'in desteğini alarak ortak bir bildiri yayınlamak ve kararı işlevsiz bırakmak istiyor ancak aradığı desteği bulamıyor.

28 Şubat'ın ertesinde Erbakan, "Dinle uğraşan çarpılır, her MGK kararı uygulanmaz, MGK kararları emir değildir" şeklinde açıklamalar yapıyor ama nafile.

***
O dönemde gazetelerde bir skandal daha parlatılıyordu. Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğg. Osman ÖZBEK'in, 17 Nisan 1997 tarihinde, televizyonda da yayımlanan bir konuşmasında, ERBAKAN'ın Hacca gitmesine tepki göstererek, "ulan p…" şeklinde küfür ettiği öne sürülüyordu. Ancak Özbek yıllar sonra Erbakan'a küfür ettiği haberlerini yalanladı.

Lakin o dönemde bu küfür üzerine Demirel, "Olmasaydı iyi olurdu. Üzüldüm. Ama o konuşmayı yaptıran nedenlere bakmak lazım. Bu bir boşalmadır" şeklinde açıklama yaptı.

DSP lideri Ecevit ise "Generalin söylediği sözlerin özünü, öyle inanıyorum ki, milletimizin büyük çoğunluğu kabul eder, bu kaygıları paylaşır. Keşke bu sözler, üniformalı general tarafından bu üslupta söylenmeseydi…"demiştir.

Org. Çevik Bir ise bu konuda "ordu infial halindedir. Bu hal devam ederse infial de devam eder" demiştir.

Zaten Başbakan Erbakan da Özbek hakkında davacı olmadı.
***
18 Haziran 1997'de Necmettin Erbakan Başbakanlıktan istifa etti. Daha sonra Demirel, Hükümet kurma görevini hükümet ortağı DYP'nin lideri Tansu Çiller'e değil Mezut Yılmaz'a verdi.

Yılmaz bir toplantıda rahmetli Mehmed Ali Birand'a "ordunun irticayı abarttığını Çevik Bir'in tutum ve davranışlarından kendisinin de rahatsız olduğunu" söyleyecekti. Birand, bunu haberleştirince de Yılmaz geri adım atarak, sözlerini inkar etmişti.

Daha sonra da Refah Partisi'ne kapatma davası açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 16 Ocak 1998 tarihinde "2'ye karşı 9 oyla", "laikliğe aykırı tutum ve davranışları nedeniyle", Refah Partisi'nin kapatılmasına karar vermiştir. İşin garip yanı, gazete kupürleri ve iftiralarla dolu bir iddianame üzerine verilen kapatma davasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de onayladı.

Bunlar, 28 Şubat post modern darbesinin komisyon raporlarına yansıyan çok küçük bir kısmı. Keşke herkes bu raporu okusa da Türkiye'nin hangi süreçlerden bu günlere geldiğini daha net görse…

(Aktüel.com.tr)