Dünya siyaset ve ekonomisine yön veren en önemli isimlerin kafa tokuşturduğu bir adres olan Davos, Türkiye için ilginç sembolik gelişmelerin yaşandığı bir küresel sahneye dönüştü.

Ülkemizi dünyaya açan rahmetli Turgut Özal\'lı yıllarda tanımaya başladığımız İsviçre\'nin Davos kasabası, Başbakan Erdoğan\'ın İsrail Cumhurbaşkanı Peres\'e tarihî \'one minute\' çıkışıyla sadece içeride değil dünyanın dört bir yanında dikkatlerin Türkiye\'ye çevrilmesine vesile olan bir marka oldu. İsrail\'in çocuk, ihtiyar, kadın demeden Gazze\'de yaptığı katliama kızan Erdoğan\'ın, tüm dünyanın gözü önünde Peres\'e karşı kullandığı \"Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz.\" cümlesi, Türkiye\'de Davos\'u popüler yaparken, başta Ortadoğu olmak üzere dünyada da Türkiye\'yi hızla popüler yaptı.

Gerçi Erdoğan, \"Benim için Davos bitmiştir.\" diyerek bu defteri kapattı ama son Davos toplantısı da Türkiye açısından kanaatimce en az \'one minute\' kadar tarihî ve görkemli bir olaya sahne oldu. Devletin malî işlerinin Galata bankerlerinin eline geçtiği günleri yaşamış; 9 bin kişiklik dev kadrosuyla adeta devlet içinde bir devleti andıran Duyun-i Umumiye\'yi görmüş ve 70 cent\'e muhtaç olunan dönemleri yaşamış bir Türkiye için Davos\'ta yaşanan bu olayı, mümkün olsa altın çerçeveye alıp her vatandaşın evine asılsa değer.

Davos\'ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu yıllık toplantısının \'\'Küresel Ekonomiye Bakış\'\' oturumunda; İngiltere Maliye Bakanı George Osborne, IMF Başkanı Christine Lagardere ve Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick gibi birbirinden önemli isimler vardı. Ancak bunlar içinde dünyanın ve özellikle Avrupa\'nın yaşadığı boğucu ekonomik krizi hissetmeyen tek isim, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan idi. Bu durum, oturumu yöneten Financial Times gazetesinin baş ekonomik yorumcusu Martin Wolf\'un da dikkatini çekti. Moderatör Wolf, Ali Babacan\'a söz verirken, her alanda işleri ters gittiği için 100 yıl önce \'hasta adam\' diye isimlendirilen ülkemiz için tarihî anlam ifade eden şu sözleri kullandı: \"Burada imtiyazlı konumda tek sizsiniz, bize ders verin.\"

Bu öylesine yapılmış temelsiz bir iltifat veya muhatabı hoş tutmak için bir kompliman değildi. Ekonomiye ilişkin rakamlar, Türkiye\'nin bu imtiyazlı konumunu tescil ediyordu. Geçen yıl dünyada Çin\'den sonra en hızlı büyüyen ikinci ülke olan Türkiye\'nin ekonomi verileri özellikle yakın zamana kadar canla başla üye olmak istediğimiz Avrupa Birliği ile karşılaştırıldığında herkesin gözünü kamaştırıyor. Sadece birkaç kalem bile fikir vermeye yetiyor: İşsizlikte AB ortalaması 9,8 iken bu oran Türkiye\'de 9,1. Bir AB üyesi olan İspanya\'da yüzde 26.

Bütçe açığının gayri safi milli hasılaya oranı AB\'de 6,6 iken, Türkiye\'de neredeyse bunun 5\'te biri kadar küçük: 1,4. Tüketici güven indeksinde Fransa 80, İspanya 70,7 ve İngiltere 53 iken Türkiye\'de 92.

Fark o kadar belirgin ki, krizden dolayı Avrupa\'da birçok ülkede adeta demokrasi askıya alınarak yönetim teknokratlara devredildi. Uluslararası derecelendirme kuruluşları sürekli yeni bazı ülkelerin puanlarını düşürüyor. Almanya gibi kredi veren ülkeler, Yunanistan gibi iflasın eşiğindeki ülkelere bütçe kontrolü için vâsi atanmasından söz ediyor. Nitekim AB liderleri dün bir araya gelerek bir kez daha kötü gidişe nasıl dur diyeceklerini görüşüyordu.

Şimdiye kadar ekonomiyi yönetemediği için kaç kez Batı başkentlerinden döviz dilenmiş; kaç kez IMF\'lik olmuş Türkiye adına konuşan Babacan da sakin üslubuyla fazla da tevazu göstermeden ders veriyordu. Euro Bölgesi\'ni kamu harcamalarını artırarak krizi doğru yönetememekle eleştiren Babacan, yönetimlerin krizden çıkış stratejileri için öncelikle halklarını ikna etmeleri gerektiğini vurguluyor. Yunanistan\'ın iflasının mutlaka önlenmesi gerektiğini; iflas kapısı bir kez aralanırsa sayının artacağını ve herkesin bedel ödeyeceğini söylüyordu. Öncelikle bu tablonun devamı ve şu anda dünyanın 15. büyük ekonomisi olan Türkiye\'nin ilk 10\'a girmesi için canla başla çalışmalıyız. Ancak bu parlak tabloyla yapılacak çok önemli bir iş daha var: O da Türkiye\'nin özellikle Avrupa ve genel olarak Batı kamuoyundaki olumsuz imajla mücadelede bu istisnai başarıyı içerideki reformlarla taçlandırarak en etkin biçimde kullanmak. Unutmayalım ki, günün birinde Avrupa Birliği\'ne girsek de girmesek de tehlikeli bir hızla aşırı sağa kayan Avrupa\'da en az 5 milyon Türk ve en az 25 milyon Müslüman yaşıyor. İhracatımızın yarısı hâlâ AB\'ye ve yabancı yatırımların yüzde 80\'i de Avrupa\'dan geliyor.

Yeni bir strateji çizip, Avrupa\'daki Türkiye karşıtı birkaç ülke veya liderle uğraşarak bu pozitif enerjiyi zayi etmek yerine; üretken, dinamik, ekonomide başarılı Türkiye imajı üzerinden genel kamuoyuna ulaşmak. Sadece Türkiye\'nin değil, Avrupa\'nın ve İslam dünyasının şu anda en çok ihtiyaç duyduğu yaklaşım bu değil mi?

(ZAMAN)