Kıbrıs Türkü’nün geçmişinde şanlı direniş vardır...
   Yok edilme sürecinde; kadını, erkeği, tüm insanlarımız bu toprakları korumak için mücadele verdi...
   Çok zor koşullar altında yaşam süren insanlar hırsızlık, soygun neymiş bilmedi...
   Cinayet olaylarıyla on yılda bir dahi yüzleşmedi...
   Bazı ‘teşkilat hesaplaşmaları’ dışında bu ülkede insanlar ‘korku’ diye bir sorun yaşamadı...
   En fakirinden, en zenginine kadar herkeste dayanışma ruhu vardı...
   Hiç kimse arkadaşlarını ve dostlarını menfaat uğruna satmazdı...
   Kısacası sağlam ve güvenilir bir toplum yapısı vardı...
   Barış Harekâtı’nın gerçekleştiği 1974 yılında dıştan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı mal ve canlarını güvenceye alan Kıbrıslı Türkler; zaman içinde kendi devletlerini de kurdular...
   Güneydeki gibi, Cumhurbaşkanımız, parlamentomuz, siyasi partilerimiz, bakanlarımız, milletvekillerimiz var...
   Güneyden daha fazla gazetemiz, radyo ve televizyonumuz var...
   Güneyden daha fazla birlik, cemiyet, dernek ve sendikamız var...
   Peki bunlar kalıcı bir devlet için yeterli midir ?..
   Elbette değil...
   Devletin kalıcı olması ve gelişip, güçlenmesi için toplumun kayıtsız, şartsız desteğine ihtiyaç vardır...
   Toplumun büyük bir çoğunluğunun mutlu ve huzurlu olması, geleceğine güvenle bakması, devlet yönetimine inanması şarttır...
   Ne var ki; Kıbrıs Türk toplumu, özellikle son yıllarda meydana gelen olaylardan dolayı, devlet yönetimine karşı ciddi bir güven bunalımı yaşıyor...
   Yapılan tüm kamuoyu yoklamalarında siyasete olan güvenin azalması, halkın tepkilerini anlamak için yeterlidir...
   Yaklaşık 4 aydan beri maaş alamayan Lefkoşa Türk Belediyesi çalışanlarını temsilen BES yöneticilerinin Rum lideri Dimitris Hristofyas ile görüşme talebinde bulunması, kim ne derse desin önemli bir sorundur...
   BES’in yöneticileri bunu yapmakla, Rum propagandasına mı hizmet ediyor?..
   Kesinlikle hayır...
   Rum propaganda mekanizması bu talebi belki istismar edebilir...
   Ama BES yöneticilerinin niyeti, Rum propagandasına malzeme olmak değildir...
   Buradaki amacın, kendi yönetimine bir mesaj vermek olduğunu anlamak zor değildir...
   Mesajın özeti şudur:
   “Ey KKTC devletini yönetenler, aylardır sizden bir yardım göremedik... Sorunlarımızı çözmedik... Başkent Lefkoşa’nın çöplüğe dönüşmesinden, kokmasından, insanların susuz bırakılmasından rahatsızlık duymadınız... Randevu talebimize karşılık vermediniz... Çözüm üretmediniz... Biz de sizi Hristofyas’ın şahsında AB’ye şikayet edeceğiz...”
   Peki bu durum karşısında yapılması gereken neydi?...
   Sorunun ciddiyetini kabul ederek, sendika ile görüşmek ve çözüm üretmek...
   Başbakan İrsen Küçük, dün bu beklentiyi gerçekleştirdi…
   Ve BES yöneticileri ile uzun süreli bir toplantı yaparak, sorunların çözümü konusunda güvence verdi…
   BES yönetimi de Hristofyas’ı görmeye gerek kalmadan ikna edilerek, iyimser bir beklentiye girdi…
   Doğru olan buydu…
   Başbakan Küçük, gecikmeli olsa da doğru olanı yaptı…
   Bini aşkın çalışanı aylarca parasız bırakmak ve polisiye tedbirlerle bu sorundan kurtulmayı umut etmek doğru değildi…
   Önemli olan tüm halkı kucaklayıcı bir devlet yaratmak ve insan haklarını garanti altına almaktır...
   Hükümet, öncelikle Lefkoşa, daha sonra tüm belediyelerdeki sorunları çözmek için daha fazla gecikmemeli…
   Ancak hepsinden de önemlisi, tüm konularda ciddi sorunların yaşandığını ve halkın umutsuzluğa sürüklendiği gerçeğini dikkate alarak, öncelikle UBP içindeki genel başkanlık sorununu çözmeli…
   Bunun için de ya ikinci tur genel başkanlık seçimine gidilmeli, ya da erken genel seçim için start verilmeli…
   Başka bir seçenek de yoktur…


(Kıbrıs gazetesinden alınmıştır)