Cunta rejimi kendi eliyle besleyip büyüttüğü PKK, bölgenin ve ülkenin böğrüne bir hançer gibi saplayıp yüreğine ateş düşürdüğüyle kalmamış aynı anda Faşist Cunta rejimiyle birlikte elleriyle bu milletin ağzını kapatıp acısını, avazını ve sesini kısıp konuşmasına dahi izin vermemiştir. Bu milletin adına hep Cunta rejimi ve PKK konuşmuş ve karanlık odalarında mazlum ve çaresiz milletin kaderi hakkında karar vermişlerdir.


Bununla yetinmeyen Cunta rejimi ve PKK son 30 yıldır nice nesilleri cehalete, yoksulluğa mahkum, onursal yaşamdan mahrum etmiş, bölgenin çocukları YGS sınavlarında dibe vurmuş ve bu sayede JİTEM’e, Hizbullah’a ve PKK’ye fabrika gibi elemanların yetişmesine vesile olmuştur. Bu tablodan faydalanan sahte Şeyh, Ağa, Para Babaları ve Baronlarda bu kirli ağlarla ittifak yapmış, parlamentoya girmiş, kamu kurumlarından ihale alarak rantlarına rant katmışlardır.


BDP ve önceki türevi partilerde hiçbir zaman varlıklarını hissettiremedikleri, temsil ettikleri toplumun sesini haykıramadıkları gibi örgütün çaycısı gibi siyaset yapmış ve hatta kimi çaycılarını da Alman istihbaratından seçmişlerdir. Hal böyle olunca ne bölge halkı ve ne de tüm Türkiye gün yüzünü görememiştir. En çokta Kürt çocukları Güneşin doğduğu Doğu’da gün yüzünü görememiş ve hep karanlık hayatını yaşamıştır.


Ülkemizde nasıl ki bazı Türk kardeşlerimiz Atatürk’ü tabulaştırıp Tanrılaştırdılarsa PKK veya BDP’ye sıkıca bağlı olan bazı Kürtlerimizde Öcalan’ı tabulaştırıp Tanrılaştırmıştır. Tanrılaştırdığı Öcalan’da zaten kendini bir Tanrı gibi görüyor ve haşa sümme haşa kendini Kürtlerin Güneş Tanrısı olarak kabul ediyor.


Kürtlerin en büyük düşmanın din olduğunu söyleyen Öcalan, Özgür Gündem Gazetesinde Ali Fırat adı altında yazdığı makalede ne diyordu? Şunu diyordu: “Yukarıda Tanrı olsaydı beni yine yanlış yola sevk ettirirdi. Kürtlerin Allah’ı onları yanlış yola sevk ediyor. Bunun için ben kendi kendimin Tanrı’sıyım. Tanrı ile savaş verdim, bu savaştan zaferle çıktıktan sonra Tanrı oldum. Namaz genel anlamda tiyatrodur.”der çok Sayın Öcalan(!).


Şimdi Öcalan’a; gerek 21 Mart Newroz’unda MİT’in hazırlayıp imzalattırdığı, başta Kürt halkına ve bütün dünyaya “tarihi deklarasyon” olarak diye yutturduğu metinde yer alan “İslam’a Kucak Açma” vurgusu ve gerekse son günlerde yine Öcalan’ın “İslam Konferansı” önerisi bana bir şaka gibi gelmekle beraber Kürt halkının nasılda kandırıldığının açık bir ispatı gibi geliyor.


Muhtemelen Çok Sayın Öcalan(!) şunu düşünmüştür. Kürtler nasıl olsa tarih boyunca hep kandırılmış ve aldatılmışlardır. Bir kez daha kandırsak ne olacak ki?.. Yeter ki sağlık koşullarım iyileştirilsin, yeter ki egolarım tatmin olsun. Kürt halkının köküne kibrit çakılsa ne olacak? Hiç! Nasıl olsa Kürtler her gün onlarca çocuk yapıyor, Denizde kum Kürtlerde ölüme giden çocuk çoktur.”diye düşünmüştür.


İşte ben bu nedenle başta Başbakan Erdoğan ve hükümetinin bütün demokratikleşme adımlarını sonuna kadar destekliyor, yarınlarımız olan çocuklarımızın bir arada kardeşçe yaşaması için gösterilen bütün çabaları takdir ve minnet karşılıyorum.


Keşke bu oyunu hem Kürtler ve hem de Türkler yıllar önce fark etselerdi ve bu kirli oyunu bozma ferasetlerini gösterselerdi. Ama olsun zararın neresinden dönersek kardır.


Bölgede ve Diyarbakır’da çokta umut verici güzel haberlerde alıyoruz. İşte bunlardan bir tanesi de 1997 yılından beri kendini Diyarbakır çocuklarına adamış, çocuklarımızın eğitim, sağlık, sosyal ve her türlü gelişimleriyle ilgili kararlıkla, yılmadan ve büyük bir azimle mücadelesini sürdürmüş “Diyarbakır’ın Barışmançosu” diyebileceğimiz Barış Can kardeşimizi candan kutluyorum.


Herkesi de Barış Can gibi canla başla barışa ve kardeşliğe destek vermesi gerektiğini düşünüyorum.


“Bizim Çocuklar ve Barışcan” adıyla 17 yıldır Diyarbakır’ın farklı yerel televizyonlarında program yapan Barış’la minik bir söyleşi yaptım ve yıllardır nasıl aynı heyecan ve tempoyla çalışmalarını sürdürebildiğini sordum.


Barış “Bir eğitmen ve öncesinde sahne sanatları ile yakından ilgilenmiş biri için çok zor değildir. Ben yıllar önce bir pop müzik albümü yapmış, kısa bir süreliğine bile olsa çeşitli müzikhollerde sahne almış, şarkı söylemiş biriyim. Bir gün doğduğum şehre tekrar dönene ve asıl mesleğim eğitmenliğe bağlayana dek bu böyle sürdü. Yapmak istediğim mesleği yani eğitmenliği icra etmeye başladım ama içinde sahne sanatlarını da yaşamak arzusu vardı. Bu iki olayı nasıl birleştirebilirim diye düşündüm. Ortaya hedefi; eğlendirirken eğitmek olan bu çocuk programı çıktı. Tam 17 yıldır bu böyle devam ediyor. Dile kolay…” dedi.


Şimdiye kadar yaptığı program ve eğittiği çocuk sayısıyla ilgili Barışcan’ın verdiği rakam bana hem heyecan ve hem de umut verdi. En azından Diyarbakır’daki çocuklarımızın tamamı taşla polisi taşlamıyor, sokaklarda mendil satmıyor, dilencilik yapmıyor ve geleceğe umutla hazırlanıyor diye düşündükçe içime rahatlama geldi.


Barış “çok çocuk konuk ettim. Her hafta ortalama 80-100 öğrenci konuk oldu. Sanırım şimdiye kadar 50 bin çocukla tanıştım. Onlarla oyunlar oynadım. Çocukları konuk etmek inanılmaz zor ama bir o kadar da kolaydır. Biraz çocuk dilinden anlamak ve onları yönetmek kabiliyeti gerektiriyor. Eğitmen olduğum için onları rahatlıkla organize edebiliyorum. Onların okuldan alınışı, stüdyoya getirilişi, tuvalet ve su gibi özel ihtiyaçlarının giderilmesi hep benim kontrolümdedir.


Programa öğrencilerin sosyal ve eğitsel faaliyetlerini sergiliyoruz. Bu şehirde yaşayan çocukların çoğu programa katılıp yeteneklerini sergilediler. Şarkılar, şiirler, atasözleri, deyimler, fıkra anlatımları, belirli gün ve hafta kutlamaları, ulusal ve dini bayram şölenleri, dans ve ront gösterileri ve daha birçok etkinlik gerçekleştiriyoruz. Çocuklara empoze etmeye çalıştığım bir sürü konu var. Mesela kitap okumanın yararını, doğayı korudukça doğanında kendilerini koruyacağını anlatmaya çalışıyorum.


Kadın ve çocuk haklarına sahip çıkmaları gibi birçok verilmesi, öğrenilmesi gereken düşünceleri aşılıyorum. Hatta ilgili uzmanları konuk ediyor, sorunların çözüm önerileriyle ilgili konuşmaları dinlettiriyorum çocuklara.”dedi Barış Can.


Barışcan’ın daha büyük hayali ise daha büyük bir stüdyodur. Stüdyoyla ilgili Barış şunları söyledi. “Stüdyomuz şaşaalı değil. Hiç oyuncaklarımız ve dekorlarımız yok. İçeride birkaç resim, logolar, oturma standımız ve bazen de birkaç balon var. Daha büyük bir stüdyoda olmak, daha geniş kitlelere seslenmek isterdim. Benim burada yaşayan çocuklar için hazırladığım nacizane şartlarım olanaklarım ancak bu kadar. Şartlar elverirse daha iyisini de yapabilirim. Bu anlamda çocuklarımıza desteklerinizi bekliyorum. Bizi www.bariscan.net adresinden takip edebilir ve sosyal iletişim adreslerimize ulaşabilirsiniz.”diye de ekledi sevgili Barış Can.


Umarım başta Diyarbakır halkı ve tüm Türkiye Barışcan’ın çocuk hayalinin gerçekleşmesine destek olur…