Yelda Cumalıoğlu Destek Yayınevi’nin sahibi çok sevgili bir arkadaşımdır. Elif, Yelda, ben güzel bir öğle yemeği yiyorduk... Yelda ilham verici insanlardandır. Enerjisi daima yüksektir, gözlerinin içi güler. Bir fikrin heyecanını derhal somut bir mutluluğa dönüştürme becerisine sahip kadınlardandır...

Konular ardı ardına akıyordu...

Hayatın iniş çıkışlarından, kayıp kazançlardan, iş dünyasından, aşktan, kürtajdan... Yasaklardan, grevlerden, gerginlikten...

Başbakan gerildikçe, gerilen halktan... Koptukça kopan ilişkilerden...

Yalnızlıktan... Kapanışlardan... Venüs Retro’dan

“İclal, seni Seda ile tanıştıracağım hemen” dedi...

Bir hafta sonra, güneşli ve bu kez mutlu uyandığım bir günde buluştuk. Yelda, ben ve “Aslında Giden Erkek Yoktur” kitabının yazarı Seda Diker.

Yeni açılan güzel bir mekânda üç kadın baş başa verdik, sanki bin yıldır tanışıyormuşcasına daldık konulara hemen...

Bu arada... Ben, şimdi kadınlık, mekân, falan filan bir şeyler yazıyorum, yazacağım ama... Sohbetlerinden, özenli ev davetlerinin konuğu olmaktan, ikramlarından hep haz aldığım, gazeteciliğine saygım tartışılmaz, sevgili arkadaşım Aslı Aydıntaşbaş’ın bir yazısına takıldı kafam şu dakikada. Siyasi içerikli makalesinde fevkalade haklı bulduğum eleştirilerini ve sıkıntılarını sıralarken “Bilsem nasıl yapıldığını, şarkı-türkü, kuş, böcek yazacağım. Aklım erse, sadece spor konuşacağım. Lokanta, şarap, seyahatle falan ilgileneceğim. Vurup bütün gün klimalı AVM’leri, yeni mekânları, en son trendleri, en ünlü ünlüleri kovalayacağım. Yok ama yok olmuyor, Tanrı beni böyle yaratmış, ailem okutmuş, hayat gazeteci yapmış” diyordu (http://www.milliyet.com.tr/index/spor/default.htm).

Eminim şarkı türkü yazıp, lokanta, şarap ve seyahatle ilgilenenler de bugünlerde Aslı kadar sıkıntılıdır. Onları da anne babaları güçlerince okutmuş, adam olsunlar diye uğraşmıştır... Kimsenin kimseden bir farkı yok aslında ama Aslı Aydıntaşbaş bile sıkıntıyı hissetme derecesinin altını çizmek gereği hissettiğine göre bu işte bir böcek olmalı...

Açıkçası dayılanmak ve kibrin her türü beni daima huzursuz eder. Kibir, kafamı nereye çevirsem sanki aynı dilin insanını tarif eder bana...

Fazıl Say da kendisini Başbakan gibi savunduğu düşüncenin merkezine koyduğu için mesela, üslubu pek de bir farklı gelmiyor... Ah, bir farkı var yalnız! Başbakan hiç Fazıl Say kadar açık açık küfür etti mi ana muhalefet liderine anımsamıyorum.

Neyse... Ne diyordum ben?

“Dişi olmanın unutulan sırları.”

***

O gün Seda Diker’in kitabını aldım. Bir gecede okudum. Bu ülke insanının en çok da kadınlarının en büyük sorunu “kendi değerini bilememek”tir ki bunu bile suçlulukla kabullenir ama nasıl onaracaklarını bilemezler... Ben de kendisinden sıklıkla şüpheye düşen, suçluluk duygusundan kurtulamayanlardan biriyim, evet, oradan biliyorum!

Seda Diker, kitabının bir yerinde diyor ki:

“Avlanan kadınlardan bazıları, diri diri, hatta bazen çocuklarının önünde, bir çuvala konur, içine 2 akrep 1 yılan, eğer varsa kedisi de atılır, çuvalın ağzı bağlanarak bir kaya eşliğinde denize atılırdı. Bu ve benzeri şekillerde neredeyse 2 milyon kadın katledildi.

Ve her zaman olduğu gibi, kadınların topluca mutsuz edildiği ortamda doğa intikamını aldı. Arada oluşan kuraklık ve seller sonucunda, kadın elinden çıkan şifacılık ve hijyenin de bitmesi ile, veba salgını oluştu. Bu kez 12 milyon kişi vebadan öldü.

İnsanlık tarihinin ibret verici olaylarından biri olan veba salgınından sonra, dogmalara inanmak, Allah’a teslimiyet tamamen terk edildi. Bu bir tepkiydi. İnsanlar sadece gözle görebildikleri, bilimsel yollarla ölçebildikleri şeylere inanmayı tercih ettiler. Bu, en az dogmaların elinde oyuncak olmak kadar tehlikeliydi. İnsanlığın Yaradan ile olan bağı kesilmişti. Artık, İlahi Adalet işleyemezdi. Çünkü İlahi Adalet’in işleyebilmesi ve insanlığın karanlık güçlerin kötülüğünden muaf olabilmesi için korkularını olumsuz duygularını silmesi gerekirdi.

Bir kez daha karanlık kazanmış, dinin insan ruhunu özgürleştirmesinin ve cennete ulaşmasının yolu kapanmıştı. Kadınların dişi olmakla tek hatırlayabildikleri utanç ve suçluluk duygusu idi.” (Aslında Giden Erkek Yoktur s.56)

***

Şimdi herkes, bıyıklı bıyıksız yine dişilik üzerine, yine doğurganlık üzerine bizim yerimize konuşuyor... Bizim yerimize karar veriyor. Yine suçluluk duygusunu bizim üzerimize yıkarak! Kadınlığımızdan, seçimlerimizden, doğurganlığımızdan ve kürtaj hakkından bir tek biz sorumlu olabiliriz, o kadar!

(Vatan gazetesinden alınmıştır)