TARİH 11 Temmuz Çarşamba günü.

Saraçhanebaşı’nda İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde kentsel dönüşüm projesi kapsamında yıkımları Halk Cephesi üyesi bir grup protesto ediyor.
Gruba CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal da destek veriyor. Grup açıklamanın ardından belediye önüne çadır kurmak istiyor. Büyükşehir zabıta ekipleri, çadır kurmak isteyen eylemcilere müdahale ediyor. Zabıta ile grup arasında arbede yaşanıyor. Bu arada Tanal da bir yumrukla başından yaralanıyor. Kafasında açılma meydana geliyor ve daha sonra bir ambulansla İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırılıyor. Olay, medyaya yansıyan tarafıyla böyle.
Acaba gerisinde ne oldu? Sosyal sorunlara karşı duyarlılığı bilinen ve çeşitli grupların gösterisine katılan, hem milletvekili hem de hukukçu olarak katkı sağlayan CHP milletvekili Mahmut Tanal, taburcu olduktan sonra bakın neler söylüyor:
“Milletvekili olduğumu söylememe rağmen, bana vuran kişi belediye zabıta memuru. Yanı başında olayı gören iki çevik kuvvet polisine ‘Vuranı yakalayın’ dememe rağmen yakalamadılar. İşin iki büyük ayıbı var. Bu, devletin itibarının sarsılmasıdır. Ben şikâyetçiyim. O anlamda ifade verdim. Polis bana ‘Beyazıt Polis Merkezi’ne git, şikâyetçi ol’ dedi. O polisler de büyük bir suç işlediler. Kafama yumrukla vurdu ama parmağında herhalde yüzük vardı. Yüzük olmasa bu kafanın kırılacağını zannetmiyorum.”

ÇOBAN OLSAYDIM KEŞKE

Mahmut Tanal dün aradı ve şunları söyledi:
“Hatay milletvekilinin oğlu ile polisin ne kadar rencide edildiğini üzüntü ile karşıladım. Ya benim başıma gelenler! Ben bir milletvekili olarak hakkımı arayamıyorum. Keşke çoban olsaydım da her şeyi bu kadar bilmeseydim. Bu bir faşizmdir. Halk aydınlatılmıyorsa, yaşananlar karşısında hep isyan edeceğiz ama nereye kadar! Demek ki iktidar partisinden olursanız size gereken hukuk uygulanıyor. Ancak muhalefette olursanız, sizin kafanız kırılabilir, vurulabilirsiniz, Mobese kemaraları neden bunları tespit etmiyor dediğinizde iki kişinin tunanağı ile arızalı bir raporla karşılaşabilirsiniz. Yani yeni çalışan Mobeseler, arızalı gösterilip suçluyu teşhisten kaçırabilir, delil yok edebilir, gizleyebilir.

BU MU YARGI

Tanal, önceki gün Silivri’ye gitmiş, Balbay ve Haberal’ın tahliye taleplerine ret kararı verilince aradan sonra duruşma salonuna girmek isterken, hâkimin kendisini duruşma salonunun intizamını bozuyorsunuz” diyerek salonuna sokmadığını belirterek şunları söylüyor:
“Ben de girmeyelim ama Anayasa’nın 41. maddesinde duruşmalar herkese açıktır, diyor dedim. Gizlilik kararınız yoksa, ben içeri gireceğim diye ekledim. Hâkim, salondan çıkmam için jandarmaya talimat verdi. Hâkimin sözlü talimatı hukuksuzdur. Kanunsuz bir emri de yerine getiremezsiniz, dedim. Mahkeme bizi içeri almadığından aleniyet ilkesini ihlal ettiği için hafta başında hem hâkimden hem jandarmadan şikâyetçi olacağım... Ki ben TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesiyim. Komisyonun hak ihlali olan yerde olması lazım. Burada yargı, yürütme, yasama ve basın eşittir. Yargı kendisini hiçbir organın üzerinde göremez, biri diğerine tahakküm edemez.”
AKP’li Hüseyin Çelik, Dörtyol olayı için “Tasvip etmiyoruz” diyordu; peki Mahmut Tanal’ın başını yaralayan zabıtayı yakalayamayan polis için ne diyor acaba?

Biliyor musunuz

SAĞLIK Bakanlığı’nın yasakladığı beş su firmasından Kemerburgaz’daki Erpınar firmasının birçok kez gazetelerde haber olduğunu, ormandaki entegre dolum tesisinin imar planlarına Orman Mühendisleri’nin itiraz ettiğini; bu arada Eyüp’ten CHP’li meclis üyesi Hüsnü Bilgin’in ‘1 peşin, 5 taksit rüşvet’ aldığının ortaya çıkması üzerine partiden ihraç edildiğini; bu arada AKP’nin mitinglerinde dağıtılan tanınmış bir su markası olduğunu...

‘Sünni’yim fakat tedavi olayrum’

DİYANET İşleri Başkanlığı’nın cemevlerinin ibadethane sayılmasına karşı çıkması, ardından Yargıtay’ın da benzer içerikte bir karar almasının tartışmaları sürerken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Anadolu Alevi-Bektaşi Federasyonu adındaki bir derneğin verdiği iftar yemeğine katılması bu tartışmaları daha da alevlendirdi. Bazı köklü Alevi kuruluşlarının bu organizasyona dönük eleştirilerini dün köşemizde aktarmıştık. Dün gelen bazı okur mesajlarında söz konusu iftara katılan Zaman gazetesi yazarı A. Turan Alkan’ın bu konuda kaleme aldığı yazısına dikkat çekiliyordu. Sünni kesimden bir yazarın Alevileri anlama konusunda önemli bir özeleştiri çabasını yansıtan “Sünni’yim fakat tedavi olayrum” başlıklı bu yazısından bazı bölümleri yorumsuz aktarıyoruz:
“Türkiye’deki Alevî-Bektaşî Federasyonları ve derneklerinin verdiği iftar davetinde idim. Cumhurbaşkanı, iftarın onur misafiri idi ve orada bulunmasının büyük anlamı vardı.
Karşıdan bakınca zengin iftarı gibi görünüyordu... Zengin iftarı dedim ama, bir başka cihetten fukara sofrası da sayılırdı. Yargıtay gibi Türkiye’de hukuk imkânlarının müntehâsındaki kuruluşun, cemevlerini ibadet yerinden saymayan kararına muhatap kalan Alevîler fukara değilse, sorarım; bu ülkede kim fukaradır Allah aşkına?
Kararın ayrıntılarına giremiyorum, yer yok; vaktiyle AYM’nin aldığı 367 kararının benzeri bir şeydir. Fiilen yürürlük bulma şansı yok ama Alevî kalbi kırmakta yektâ ve müstesnâ: İşin daha da garip, gülünç ve utandırıcı faslı şu: Biz Sünnîlerden çoğu, Diyanet’in din-devlet ilişkilerindeki resmî yerinin garipliğini bal gibi fark edip yanlış bulmamıza rağmen sırf fitne çıkar endişesiyle nihai tahlilde ‘Diyanetçi’ takılırız ne hikmetse!

İKİYÜZLÜLÜK

Dilim varmıyor ama bir yerlerde buna ikiyüzlülük denildiğinden eminim.  Evet, sağ olsun Cumhurbaşkanı’mız, teşrifiyle Alevî-Sünnî kardeşliğine büyük katkıda bulundu, menü de fevkalade göz doldurucuydu ama iftar yine de fukara iftarıydı bana göre. Türkiye’de Alevî olmanın ne mânâya geldiğini o gün biraz daha anlayabildim galiba. Bu durumu bir teşbihle anlatmak istiyorum: Varlıklı bir adam fukaradan bir uzak akrabasını sinemaya götürüyor; kendisi için bilet almıştır ama kapı görevlisi akrabasından bilet sorunca, ‘Yahu, yabancı değil, bu seferlik idare ediversek...’ gibisinden aslında davetlisini aşağılayıcı bir yaklaşım gösteriyor.
İşte yargı kararı: Cemevi ibadethane değil; ne öyleyse, folklor derneği mi, saz kursu mu, kıraathane mi, okul mu, ne? Peki Alevîlik? Biz Sünnîlere sorarsanız İslâm içi bir tarikat veya mezheptir; öyledir de Aleviliğin ne olduğunu Sünnilerin tarif etmesinde bir haksızlık yok mu sizce?
Fıkrayla bitirelim: Adama ‘Lâz mısın?’ demişler, ‘Lâzım fakat tedavi olayrum’ diye cevap vermiş. Türkiye’de Sünnî olmanın, ancak yüksek şuur sarfı, empati ve vicdanla tedavi edilebilir bir kısım ârızaları olduğunu kabul etsek, galiba çok iyi olacak.”
AKP’liler bu yazıyı iki kez okumalıdır.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)