KILIÇDAROĞLU ile CHP’de başlayan değişim çabasını küçümsemek yanlış olur.

Kılıçdaroğlu, CHP’yi soyut kavramların ve kıyafet gibi sembollerin kavgasını yapan bir parti olmaktan çıkarıp, toplumda gelişen yeni dinamiklere açık bir parti haline getirmek istiyor.
CHP geleneğinde siyasetin anlamı, adeta kutsallaştırılmış bazı “ilkeler”e toplumu uydurmaya çalışmaktı. Fakat Türkiye artık eski uysal köylü toplumu değil. Girişimci orta sınıf gelişiyor, dünkü itaatkâr kesimlerin özgürlük talebi yükseliyor. Kılıçdaroğlu CHP’nin siyaset referanslarını soyut “ilkeler”den bu güçlenen toplumsal taleplere yöneltiyor.

Baykal da yazmıştı

CHP’nin tarihsel karakterini en iyi anlatan kaynaklardan biri, Deniz Baykal’ın Siyasal Katılma adlı doçentlik tezidir: Sağ partiler halk kitlelerinin ihtiyaç ve taleplerine bakarak siyaset yapıyor, bu sayede halkla kolay bütünleşiyorlardı. CHP ise toplumu belirli “soyut ilkeler”e uydurmak istiyor, bu yüzden halkla bütünleşemiyordu.
Bakış açısı böyle “yukarıdan aşağıya” olduğu için, özellikle 1927’den itibaren parti içinde bile “aşağı”nın katılımı daraltılmış, mesela kurultaylarda “il delegeleri”nin oranı sürekli düşürülmüştü. Bu konuda Doç. Dr. Hakkı Uyar’ın CHP’yi inceleyen kitabı son derece öğreticidir.
Demokrasi döneminde bu ‘genler’in söylem ve davranışlarıyla oy alınamayacağı açıktı. Seçim sonuçları ortada zaten.

Kılıçdaroğlu ne diyor?

Tarihsel ‘genler’i böyle bir gelenekte Kılıçdaroğlu, evvela Kemalizmin kavramlarıyla sınırlı kalmayıp “sosyal demokrasi”yi her zamankinden daha kuvvetli olarak vurguluyor... Sosyal demokrat bir partinin sol kanadında sosyalistlerin, sağ kanadında sosyal liberallerin olacağını söylüyor. Partinin lügatini, dolayısıyla iletişim kurabileceği kitleleri genişletmek istiyor.
Kılıçdaroğlu’nun “önce üretim, sonra hakça bölüşüm” vurgusunu yapması, herkesten çok girişimci orta sınıfın iyi anlayacağı bir açılımdır, CHP tarihinde bir yeniliktir. Nitekim CHP’nin tarihsel karakterini belirleyen “bürokrasi” üretici bir sınıf değildi. 1970’lerdeki “Ortanın Solu” hareketinde üretimin önemini fark etmeyen o şairane “hakça bölüşüm” sloganının da iktisadi bir karşılığı yoktu.
CHP tarihsel olarak, siyaset bilimindeki bir terimle “dışlayıcı parti” idi; “sakıncalı” kitleleri hem kendi içine almamış, hem ülkede siyaset imkânı da vermemişti. Bugün Kılıçdaroğlu ise “hiç kimseyi dışlamadan, herkes”in yer alabileceği bir CHP’yi düşünmektedir.
CHP artık laiklik savaşlarını bırakmıştır, türban artık sorun değildir.
Yeni kadroda “sosyal demokrat” isimler eskisinden daha ağırlıklıdır.

CHP’den kopuşlar

Gelenekleri derin ve kuvvetli yapılarda değişim zordur. CHP de böyledir.
Meşhur Atatürkçü şair Behçet Kemal, 24 Ocak 1941’de İnönü’yü yeterince Atatürkçü olmamakla suçlayarak CHP’den istifa etmişti... Yakup Kadri Karaosmanoğlu 14 Ekim 1962’de, Falih Rıfkı Atay 10 Aralık 1962’de yine İnönü’yü “Atatürk’e ihanet”le suçlayarak partiden ayrılmışlardı.
30 Nisan 1967’de, merhum Turhan Feyzioğ-lu’nun 33 milletvekili ve 15 senatörle CHP’den istifa ettiğini, İnönü ve Ecevit’i Atatürkçülükten uzaklaşmakla suçladığını da hatırlamalıyız.
Böyle ‘sekter’ bir damar vardır CHP’de.

Halka dokunuş

Gerçekten, önceki gün Cumhuriyet’te Hikmet Çetinkaya da yazdı, “CHP’yi ahtapotun kolları gibi kuşatmış” bir eski zihniyet kadrosu vardır. Kılıçdaroğlu bu kadroların partiden kopmasına meydan vermemek için değişimi kısmi yaptı.
Böyle davranması, değişimin umulan etkisini azaltır mı, yoksa seçim öncesinde doğru bir davranış mıdır?
Kaldı ki iyi program ve kucaklayıcı söylem siyasette başarı için yetmez. Performans da çok ama çok önemlidir. Hele de “halka dokunuş” denilen o sıcaklık, belki hepsinden önemlidir.
Kılıçdoğılu’nun tuttuğu yol demokrasimizin ihtiyacı olan yoldur. Bu yolda CHP koşabilecek mi? Bunu seçimlerde göreceğiz.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)