- Kenan Evren’in yargı önüne çıkarılmasının “12 Eylül’ü yargılamak” anlamına gelmediğini biliyorum.

-  Darbe döneminin işkencecilerine, yürütücülerine, karar alıcılarına, işbirlikçilerine, yardakçılarına dokunmayan bir “12 Eylül yargılaması”nın “çakma” yargılama olduğunun farkındayım.
-  Darbe döneminin ürünü olan “Seçim Yasası” ile “Siyasi Partiler Yasası”nın değiştirilmesinin teklif dahi edilmediği bir ortamda “12 Eylül yargılaması”nın fazla bir anlam taşımadığını biliyorum.
-  12 Eylül darbesinin, 12 Eylül günü bittiği varsayımıyla hareket eden bir “iddianame” ile yargılanamayacağının farkındayım.
-  Antimilitarist eğilimin kesin zafer kazandığı, buna karşılık daha farklı baskı örneklerinin ortaya çıktığı bir ülkede pirifani haline gelen Kenan Evren’in sanık sandalyesine oturtulmasının çok da anlamlı olmadığının bilincindeyim.
Fakat yine de...
Mahcubum.
* * *
Mahcubum çünkü...
-  Referandumdan önce Kenan Evren’in bile yargı önüne çıkarılamayacağını düşünmüş ve bu düşüncemi yazmıştım.
-  Referandumda bu konunun bir “kıtır” olarak araya sokuşturulduğuna, bir temeli olmadığına ikna olmuştum.
-  “Zamanaşımı” falan denilerek bu yargılama işinin geçiştirileceğini sanmıştım.
Fakat yanıldım.
12 Eylül’ü topyekûn yargılamasalar da Kenan Evren’i sanık sandalyesine oturttular.
* * *
Bu durumda bana düşen mahcubiyettir.
Hiçbir gerekçeye sığınmadan mahcubiyetimi ifade ediyorum.
Hatta bazı kaba saba muarızlarımın dediğine de katılıyorum:
“Bu da bana kapak oldu”.
Fakat minik bir kapak bu...
Koskoca 12 Eylül, böyle minik kapaklarla geçiştirilebilir mi?
Ya da şöyle sorayım:
Bu minik kapak, koskoca 12 Eylül’ü örtmeye yeter mi?
* * *
Kenan Evren’in sanık sandalyesine oturtulması tabii ki çok önemlidir.
Küçümsenemez.
Ama “12 Eylül sanık sandalyesine oturtuldu ve bu iş bitti” de denemez.
-  Eğer işkencecilere, karar alıcılara, yardakçılara, işbirlikçilere uzanılırsa...
-  Eğer “sultan gibi parti genel başkanları” anlayışı yer ile yeksan edilirse...
-  Eğer doğru dürüst bir “12 Eylül iddianamesi” ile ortaya çıkılırsa...
-  Eğer 12 Eylül rejiminin tüm ürünleri ortadan kaldırılırsa...
İşte o zaman kapağın ağababası söz konusu olur.

Ben artık iflah olmaz bir turizm karşıtıyım

AMACIM hafta sonu kaçamağı yapmaktı.
Arkadaşlar dediler ki:
“Beyrut’a git... Ne olacak? Bir buçuk saatlik yol”.
Kafama yattı.
Biletleri aldım, rezervasyonları yaptırdım ve yola koyuldum.
* * *
İşte sonuç:
-  GİDİŞ: 7 saat... (Havaalanı trafiği, uçak rötarı, pasaport kuyruğu vs.)
-  BEYRUT’TA ZAMAN: İstanbul trafiğini bile mumla aratan korkunç bir trafik... Günün neredeyse yarıya yakını araba içinde trafikte bunalarak geçti.
-  DÖNÜŞ: 12 saat... (Daha da çekilmez bir havaalanı trafiği, daha da çekilmez bir uçak rötarı, daha da çekilmez bir pasaport kuyruğu vs.)
* * *
Ne elde ettim?
-  “Abdel Wahab” adlı Beyrut’un en ünlü, ancak bizim kebapçıların yanına bile yaklaşamayacak kebapçıda yenen yemek...
-  İstanbul’da da pekâlâ eşine rastlanabilecek bir Japon lokantasında yemek.
-  İnsana panik atak geçirten tarihi bir mağarada muhafızlar eşliğinde geçirilen aşırı turistik uzun bir vakit.
-  “Buddha Bar” adlı güya sosyetik ama fena halde demode bir eğlence yerinde oflaya puflaya geçirilen birkaç saat.
-  Beyrut yakınlarında yer alan Assos’tan hallice bir kıyı kasabasında denize bakarak geçirilen sıkıntılı anlar...
-  En havalısı bile herhangi bir Nişantaşı kafesiyle baş edemeyecek Beyrut kafelerinde Türk kahvesi adı altında sunulan acı sıcak suya talim...
Budur... Hepsi budur.
* * *
Saatler süren dönüş yolculuğunun ardından eve geldiğimde kendimi öyle yorgun hissediyordum ki, “en az üç gün dinlensem bile kendime gelemem” dedim.
Ve işte o anda fark ettim:
İflah olmaz bir turizm düşmanı olmuş çıkmıştım.
Hayat felsefem artık şudur:
Kimsenin gazına gelme ve çok gerekmedikçe hinterlandını asla terk etme!

Aykırı fikirler

-  KURAN: “İsteyen Kuran dersi görecek” cümlesine karşı, “Peki o dersi almak istemeyenler üzerinde gerçekleşecek mahalle baskısı ne olacak?” sorusuna bir yanıt vermek istiyorum: “Evet, bu bir sorundur. Önemli bir sorundur. Çözümünü bulmamız gerekir. Ancak şu bilinmelidir ki bu sorunun çözümü, ‘isteyenin Kuran dersi almasına engel olmak’ değildir.
-  ASALET: Başbakan Erdoğan, vefat eden bir Osmanlı Hanedanı mensubu için “çok asil bir insandı” demiş. İnanan bir insanın bir hanedan mensubu için “asil insan” demesini anlayamıyorum. Çünkü inanan bir insan için kan yoluyla geçen asalet kabul edilemez. İslam bu türden bir eşitsizliği kabul etmez.
-  BABA VE OĞUL: Bugünlerde Beşar Esad’ın babası Hafız Esad’ın 30 yıl önce Suriye’nin Hama kentinde yaptığı katliam yeniden gündemde... Ancak şu sorunun cevabı bir türlü verilemiyor: Hama katliamı, neden Beşar Esad ile dostluk günlerinde hiç hatra getirilmiyordu? Neden o zamanlar “bunun babası da katliamcıydı” denmiyordu?
-  HAŞİM BEY: Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç için her şeyi söylediler: “Yandaş” dediler, “iktidarın adamı” dediler. Kara çaldılar. İftira attılar. Ve şimdi aynı kişiler, aynı Haşim Kılıç’ın iktidara yönelik uyarılarını bayrak yapıp sallıyorlar. Demek ki neymiş? Haşim Bey o kadar da yandaş değilmiş.

Halkın Dostları

“Suriye Halkının Dostları” tanımını işittiğim an ilk aklıma gelen “Halkın Dostları” adlı dergi oldu.
Ne güzel bir dergi ismidir “Halkın Dostları”.
* * *
İşte “Halkın Dostları” dergisi ile ilgili birkaç temel bilgi:
-  İlk sayısı Mart 1970’te çıktı.
-  Kurucuları arasında İsmet Özel, Ataol Behramoğlu, Murat Belge, Bedrettin Cömert gibi isimler var.
-  İlk sayısı İstanbul’da yayımlandı.
-  Dergi daha sonra Ankara’ya taşındı.
-  12 Mart’ta dergi kapatıldı. Yazarlarından bazıları tutuklandı.
* * *
“Suriye Halkının Dostları”nın, Suriye halkının gerçek dostları olup olmadığı tartışılıyor...
Ama “Halkın Dostları” dergisi, tartışmasız halkın dostuydu.

Bir laf sokuşturma aracı olarak Twitter

MAGAZİN âleminden “A” ünlüsü...
Durup dururken Twitter’da şöyle bir mesaj sallıyor:
“Kötüsün sen kötü”. İsim yok. Konu yok. Mesele belirsiz.
Ortada sadece “kötüsün sen kötü” cümlesi var, gerisi bilinmiyor.
Fakat o da ne?
Magazin âleminden “B” ünlüsü, cümleyi üzerine alınıp hemen basıyor mesajı:
“Kendi kötülüklerini görmeyenler, başkalarının iyiliklerini de kötülük olarak görürler”.
Derken kavga başlıyor.
Ve çok geçmeden magazin basını şifreleri çözüyor:
“A” ünlüsü, “B” ünlüsünün elinden sevgilisini kapmış, bu laf alıp vermeler o yüzdenmiş falan...
* * *
Bir arkadaşım şu yorumu yaptı:
“Başkaları Twitter üzerinden devrim falan yapıyorlar, bizimkiler ise birbirlerine laf sokuşturuyorlar”. Gülümsedim. Haliyle...

(Hürriyet)