ABD’de adamın biri pespaye bir film çekiyor. Mısır ayağa kalkıyor, Libya ayağa kalkıyor, Tunus ayağa kalkıyor, Sudan ayağa kalkıyor. Peki ama neden? Neden pespaye bir filme, hak etmediği ölçüde önem veriliyor? Ve asıl önemli soru: Neden tepkide aşırıya gidiliyor?

ÖFKENİN 6 NEDENİ

BİR: Daimi bir ezilmişlik psikolojisi.
İKİ: Hakaretin bir kişinin değil de toptan Batı’nın elinden çıktığı sanısı.
ÜÇ: Batı’nın İslami değerlere yönelik hakaretlere ‘fikir özgürlüğü’ adı altında göz yumduğuna dair inanç.
DÖRT: Peygamber konusundaki olağanüstü hassasiyet.
BEŞ: Batı’nın politik olarak İslam dünyasına yönelik kibirli bir tavır geliştirdiği algısı.
ALTI: Dünya sisteminin ortaya koyduğu adaletsizliğe karşı biriken olumsuz duygular.

ÖLÇÜSÜZLÜĞÜN NEDENLERİ

- İslam dünyası ürettiği değerlerle dünyaya bir şeyler söyleyemiyor.
- Peygamber’e ve İslami değerlere yönelik hakaretlere karşı tepki gösterme işi fukaranın eline kalıyor.
- Fukara tepkisi de maalesef böyle oluyor.

TÜRKİYE’DE DURUM NE?

Mısır’da, Libya’da, Yemen’de, Sudan’da ortaya çıkan tepkilerin Türkiye’de neden ortaya çıkmadığı sorusu sıkça soruluyor.
Benim bu soruya verebildiğim
cevaplar şunlar:
- Filme Başbakan düzeyinde gösterilen tepki. Bakınız: Başbakan Erdoğan’ın “Hazreti Peygamber’e hakaret fikir özgürlüğüne girmez” açıklaması...
- Bakanların filme yönelik en sert ifadelerle gösterdiği tepki... Bunlar tabanın gazını almaya yarıyor.
- ABD Elçisi’nin öldürülmesine Türkiye’yi yönetenlerin sert tepki göstermeleri... Muhafazakâr taban etkileniyor bu tür tepkilerden...
- İslam dünyasında ortaya çıkan ölçüsüz tepkilerin ülkede sert eleştirilere uğraması...
- Ve hepsinden önemlisi: İslamcılığın Türkiye’de gerilemesi, yerini muhafazakârlığın alması...

Angelina Jolie için iki nokta

- BİRİNCİ NOKTA: Cumhurbaşkanı Gül’ü ziyaret eden ünlü yıldız Angelina Jolie, yaptığı açıklamada şöyle demiş: “Kış mevsiminin yaklaşmasından endişe ediyoruz. Bir yolunu bulup mültecilerin donarak ölmelerini önlemeliyiz.” İddia ediyorum: Angelina Jolie, “Suriye hangi iklim kuşağındadır?” sorusuna kesinlikle yanlış cevap verecektir.

- İKİNCİ NOKTA: Türkiye Suriye konusunda yalnız bırakıldı. NATO’dan destek bekledi, olmadı. Düşen uçak karşısında NATO kılını kıpırdatmadı. Sonra gözler Birleşmiş Milletler’e dikildi. Yine pek ses seda çıkmadı. Davutoğlu ikna konuşması yaptı, ancak ikna etmeyi başaramadı. En sonunda Türkiye’ye destek vermek Angelina Jolie’ye düştü. Böylece ‘iyi niyet elçisi’ ne demek, anlamış olduk.

Arap Baharı’nın ruhuna el Fatiha

Daha dün gibiydi.
İlk şimşek Tunus’ta çaktı.
Ardından ihtişamlı Tahrir direnişi başladı.
Esen rüzgarın adı konulmuştu:
Arap Baharı...

ŞÜPHE DUYMAK HARAMDI

Herkes heyecan içindeydi.
- Muhafazakârlar, “Yaşasın! Müslüman kardeşlerimiz Batı’nın desteklediği laik diktatörlere meydan okuyor, onları tahtlarından ediyor” diyorlardı.
- Solcular, “Yıllardır özlemini duyduğumuz devrim ateşi Arap sokaklarında yakıldı” diyorlar, başka bir şey demiyorlardı.
- Demokratlar, “Arap sokakları nihayet demokrasi demeye başladı, bu büyük bir devrimdir” diyorlardı.
Arap Baharı’ndan şüphe duymak haramdı.
En küçük bir şüphe belirtisi bile, “Sen halkların devrimine karşı mısın, bu basbayağı devrim, uyan da balığa gidelim” tepkisiyle karşılanıyordu.

DEVRİMİN DESTEKÇİSİ ÖLDÜRÜLDÜ

Ancak bu devrim rüyası, bir manyağın İslam’a küfreden bir film çekmesiyle kâbusa dönüştü.
Libya devriminin baş destekçisi olarak bilinen, daha sonra Libya’ya büyükelçi olarak atanan diplomat öldürüldü.
ABD şaşkınlık içine girdi.
“Bizim özgürleştirdiğimiz halk bize bunu nasıl yapar?” sorusu sorulmaya başlandı.

HEPSİ ARAZİ OLDU

Peki Arap Baharı’na laf söyletmeyenler ne yaptı?
Ne yapacaklar?
Hepsi arazi oldu.
Şimdi hepsi “Şöyleydi / böyleydi” falan diyerek akıllı uslu süreç analizleriyle durumu kurtarmaya çalışıyorlar.
Laik diktatörlerden, devrimlerden, “Uyan da balığa gidelimler”den falan eser yok.

KEREVETİNE ÇIKALIM

Arap Baharı bin bir gece masallarından biri oldu...
Bir gecenin masalı bitti...
Şimdi sıra diğer masallarda...
Biz de kerevetine çıkalım bari...

Çok şükür yaz bitti

- Bikiniyle güneşlenen kadın ve erkek fotoğraflarına maruz kalmaktan...
- Kimin kiminle Bodrum’da, Alaçatı’da kaçamak yaptığından günü gününe haberdar edilmekten...
- Bu tabloların dışında kalmaya özenen dostlarla sakin, gözlerden ırak mahaller hakkında tavsiye alışverişinde bulunmaktan...
- Yunan Adaları hikayeleri dinlemekten...
- İstesek de istemesek de askerliğe gider gibi kısa ya da uzun tatil yapma zorunluluğu duymaktan...
- “Yanmamışsın yahu” türü çıkışmalardan...
- Birinci günün sonunda herkesin acayip sıkıldığını çok iyi bildiğimiz tatillerin sonunda “Üç günlük kaçamak çok iyiydi, ne cep telefonuna ne mail’lere bakmadım” türü yalanları dinlemekten...
- Çeşme mi, Bodrum mu geyiğinden...
- Manken, oyuncu ve işadamlarının tatil görüntülerini izlemekten...
- En sıradan tatil özlemlerinin bile “Kafayı boşaltmak istiyorum” gibi soylu bir şekilde takdim edilmesinden...
Kurtulduk.
Çok şükür.
Ancak...
Tehlike tam olarak geçmiş değil.
Artık biraz da...
- “Buraların en iyi zamanı eylül ayıdır, okullar açılmadan tatile gidilmez abi” geyiğine...
- Akdenizcilere karşı Egecilerin bir adım öne çıkması durumuna...
- Ege’deki şirin kasabalarla ilgili sonbahar tasvirlerinin başlamasına...
Maruz kalacağız.
Ne diyelim?
Allah kurtarsın.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)