Önceki gün Taksim\'de binlerce kişi ne için yürüdü? Kime karşı ve kimin yanında yürüdü?

Yürüyenler, mahkemenin hangi kararını içlerine sindirememişti? Bu soruların cevabı açık; mahkeme, baktığı davada örgüt bağlantısı bulamamıştı(!) Mahkemeye göre, cinayetten hemen sonra Hanefi Avcı\'nın da dediği gibi \'Ogün Samast, Yasin Hayal sadece heyecana kapılmış gençler\'di. Böylesine göstere göstere yürütülen bir örtme operasyonu herkesin vicdanını sızlatmıştı. Ve olabilecek en makul tepkiyi gösterdiler. Binlerce kişi yürüyerek verilen kararı protesto etti.

Hani Ergenekon diye bir örgüt yoktu! Hani devlet içinde çöreklenmiş illegal bir yapılanma yoktu! Hani tutuklu oldukları için feryat figan ettiklerimizin, mesela Hanefi Avcı gibilerin dediği gibi bu bireysel bir cinayetti! Hani örgütsel işlerle bu olayın bir alakası yoktu! Ortaya çıkan bütün gerçeklere rağmen, o yürüyüşe katılan pek çok kişeye göre hâlâ Ergenekon diye bir örgüt yok ve Danıştay saldırısı da laik düzene karşı yapılmış bir eylem...

12 Eylül\'den önce biz, her an sol bir ihtilal olacağı korkusuyla yaşıyorduk. Kurşun sıkanların bir kısmı bu kutsal görev için silaha sarılmışlardı. Doğan Öz\'ü, Abdi İpekçi\'yi ve pek çok cinayeti bunun için işlemişlerdi. Solcular ise hakikaten birkaç çakar almazla ihtilal yapacaklarına inanıyordu. Maç bittiğinde bütün bu yaşananların büyük bir simülasyon ve her şeyin koca bir yalan olduğunu anladık. Birilerinin rejimi korumak için kana ihtiyacı vardı. Madımak, Başbağlar, Gazi Mahallesi olaylarının görünürdeki failleri, Doğan Öz, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, İlhan Darendelioğlu, Hamit Fendoğlu, Hrant Dink cinayetlerinin tetikçileri farklı olsa da, azmettirenlerin amaçları hep aynıydı; \'şartların olgunlaştırılması\' gerekiyordu.

Daha sonra da rejimin ne zaman korunmaya ihtiyacı olsa, şartların olgunlaştırılması istense, kritik cinayetlerin ardı arkası kesilmedi. Uğur Mumcu\'nun öldürülmesinden sonra sokaklara çıkan yüz binlerce kişi, gerçek katilleri görmeden, görmek de istemeden birilerine buğz etmişlerdi. Kendilerine gösterilen ve ilk akla gelen en uygun kişilere alabildiğince küfretmişlerdi. Bu hep böyle devam etti. Danıştay saldırısında, rahip cinayetlerinde, Zirve katliamında, arkadaki eli saklayabilmek için hep başka yerlere götürdüler kitleleri. Bazılarının görevliyi, bazılarının da tetikçilerin arkasındaki eli görmekten ödü kopuyordu. Gerçeklerin ortaya çıkmasıyla çırılçıplak ya da öksüz kalacaklarını düşünüyorlardı. Dersim tartışması yaşanırken, Dersim\'deki katliamlar ifşa edilirken, burada katliama maruz kalanlar gerçek katilleri değil, Yavuz Sultan Selim\'i tartışmayı ve ona buğz etmeyi tercih etmişlerdi. Çünkü ortaya çıkacak gerçekler, onları bambaşka bir yerde konumlanmaya zorlayacaktı.

Maalesef bizi hâlâ tarihsel inançlarımız, müktesebatımız, yakıştırmalarımız ve kolayca elde ettiğimiz basit bilgiler yönetiyor. Katilin kim olduğunu bulmak için belgelere, kan izlerine, suçüstü yapılmış durumlara değil önyargılarımıza ve bize öğretilen mutlak inançlarımıza başvuruyoruz.

12 Eylül öncesinde şartları oluşturanlarla Muammer Aksoy\'u, Bahriye Üçok\'u öldürenler aynı şebekenin insanları. Diyarbakır Cezaevi\'nde insanları işkenceden geçirenlerle Diyarbakır Kaleiçi\'nde bulunan cesetleri toprağa gömenler de aynı derin yapının ürünü. Belki 50 yıldır ilk defa savcılar, hâkimler ve emniyet görevlileri on yıllardır bu ülkede kan dökerek ülkeyi yöneten, siyaseti belirleyen, korku ve şiddetle herkesi sindirenlere karşı yaka paça bir kavgaya tutuşmuş durumda. Bu bizim son umudumuz. 50 senedir bu ülkede şartları olgunlaştıran çeteden ya kurtulacağız, ya da daha yüzlerce kurban vermeye devam edeceğiz. Vicdan sahipleri, artık bu oyunun farkına varın...

[email protected]