Avro bölgesinde nelerin olacağını görmek için öncelikle yakın geçmişte, 1993 sonrası yani Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden ve 2002 başında avronun kullanılır olmasından sonra nelerin olmadığını, olamadığını görmek lazım.

Aklı başında iktisatçılar avro krizinin kökeninde tek para sistemi ile egemenlikçi bütçe politikalarının, ulusal bütçe hakkının beraber yürüyememesinin yattığını söylüyorlar ve doğru söylüyorlar.

1992 Maastricht Antlaşması avro bölgesi üyesi ülkelere bütçe açığının milli gelirin yüzde üçünü aşmaması gibi bir sınır getirmiş idi ama bu sınıra maalesef uyulmadı, hile yapıp uyuldu gibi gösterildi, vs.

Ve tek para ile egemenlikçi bütçe anlayışları uyuşmadı, malum krize girildi.

Aşağıda bugün için gelinen noktayı, önerilen çözümü özetleyeceğim.

İtalya, Yunanistan, İspanya, Portekiz, Fransa, Belçika gibi avro bölgesi devletlerin kamu borç stoklarının milli gelire oranı çok yüksek ve bu iş böyle gidemez.

Bu ülkelerin kamu borç stoklarını kabul edilebilir seviyelere çekebilmeleri için borçlarını yeni borçlarla ama daha düşük faiz oranlarıyla ve büyüyen bir ekonomide ödemeleri gerekiyor.

Ancak, bu ülkelere bu miktarlarda borç verebilecek, faizlerin düşmesini sağlayacak yani bu ülkelerin hazine kağıtlarını satın alabilecek bir merci ortada yok.

Bir ara Çin düşünüldü ama anlaşılan Çin, rezervlerini riskli kağıtlarla doldurmak istemiyor, dolarda kalmak istiyor.

Geriye de sadece ECB yani Avrupa Merkez Bankası (AMB) kalıyor.

Yine ancak, AMB’nın kurucu antlaşmalara göre böyle bir yetkisi yok, böyle bir enstrümanı büyük ölçeklerde kullanamıyor, mesela İtalya’nın, Belçika’nın hazine kağıtlarını büyük ölçeklerde avro verip satın alamıyor.

Bugünkü ekonomik koşullarda böyle bir enstrümanın büyük ölçeklerde kullanılması Avrupa’yı sonu belirsiz bir enflasyon sürecine sokabilir, Almanya bu işe karşı.

Bu enflasyonist süreç avronun değerini yerlerde sürükler, Almanya gibi bir ülkede, zaten ihracat problemi yok, ithalat, özellikle enerji ithalatı çok pahalanır, vs.

Ama sopanın iki ucu da pis; AMB’na bu yetki verilmez ise, avro sisteminden çıkışlar kaçınılmaz olabilir, avronun çökmesi ise herkes için çok maliyetli.

Almanya bu durumda AMB’na tanınacak bu yetkiye bir ölçüde yeşil ışık yakmaya hazırlanıyor ama karşılığında da çok ama çok önemli bir talebi var.

Almanya, şayet Avrupa Merkez Bankası, İtalya, İspanya, Belçika gibi ülkelerin çıkaracağı devlet tahvillerini satın alacak ise, bu ülkelerin, hatta avro bölgesi tüm ülkelerin bütçelerinin bundan sonra hem kanunlaşma hem de uygulama aşamalarında ulusalüstü bir güç tarafından, mesela AB Komisyonu, denetlenmesini şart koşuyor.

Ama aslında siz bu AB Komisyonu lafını Almanya diye de okuyabilirsiniz.

Yani Almanya, 1993’den, hadi bilemediniz 2002’den beri yapılması şart olan bir işi şimdi dayatıyor.

AMB’na verilecek bu enstrümana karşılık Almanya da artık avro bölgesi üyesi devletlerin ulusal bütçe haklarının sonlanmasını istiyor; tüm bunlar da kurucu antlaşmalarda değişiklikler, üstelik oybirliği ile, gerektiriyor.

Ulusal bütçe hakkının sonlanmasını getirecek böyle bir yeni düzenlemeye tüm devletlerin oybirliği ile evet demesi ise hiç ama hiç kolay gözükmüyor.

Tek paraya geçip sonra da bütçe politikalarında ulusalcılık, egemencilik oynamak istemenin sonuçları ortada.

Avrupa Birliği süreci, bizdeki bazı cahillerin, milliyetçilerin sözde değerlendirmelerine rağmen, insanlık tarihinin en büyük, en önemli tecrübesi, insanlık onuruna aykırı milliyetçi yapılanmaları, ulus-devleti aşma çabasıdır.

Ama bu tecrübe de hatalardan münezzeh olamadı.

Romanya, Bulgaristan gibi gırtlaklarına kadar yolsuzluğa batmış ülkeleri, Annan referandumu sonuçlarına rağmen Kıbrıs’ı üye yapmak nasıl yanlış idi ise, tek para sistemine ulusal bütçe hakkını koruyarak geçmek de yanlış idi.

Temennim insanlık tarihinin bu en insani tecrübesinin yeniden başarıyı yakalaması.