17 Aralık'tan bu yana yürütülen yolsuzluk operasyonları, ortaya saçılan dolarlar, eurolar, kundura kutuları, istifa etmek zorunda kalan bakanlar, yargıya müdahaleler ve bütün bu kasırgaları izleyince ülke ve toplum olarak ne kadar da kirlendiğimizi, her tarafımızdan kirin nasıl aktığını, vicdanımızın, ruhumuzun ve ahlakımızın nasıl da çürüdüğünü he beraber görüyor ve tarihe tanıklık ediyoruz.


İster adına küresel, Uluslar arası komplo, ister darbe girişimi ve istersen hükümeti düşürme operasyonu deyin, adına ne derseniz deyin, bu tablo, yoksulların kaderini çizen biz Diyarbakır'lıların deyişiyle ğırğızların (hırsızların) ülkeyi sarma tablosudur.


Bu hırsızlık yapıldı mı?


Yapıldı?


O zaman daha neyi tartışıyoruz ki...


Dom Helder Camara “Yoksullara yiyecek verdiğimde bana ermiş diyorlar. Yoksullar neden yoksul diye sorduğumda da, komünist olduğumu söylüyolar”.


Her 6 saniyede 1, her dakikada 10, her saatte 600, her gün 14 400 ve her yıl 5 milyon çocuk açlıktan ölüyor. Neden? Çünkü Dünya nüfusunun %2’si dünya zenginliğinin %55’ine el koyduğu için. Yani dünya nüfusunun %98’i dünya zenginliğinin 45’ni alıyor.


Dünya nüfusunun binde beşini oluşturan en zengin 24 milyon, 545 bin 900 zengin, dünya zenginliğinin %36’sına al koyuyor. Ve süper zengin 1000 yetişkin kişi, dünya nüfusunun %92’sinden 10 bin kat daha zengin...


En zengin 100 kişinin servetlerini son bir yılda 200 milyar dolar arttırdıkları söyleniyor. 2016 yılına kadar milyonerlerin ve milyarderlerin sayısının %37 artacağı da tahmin ediliyor! Buna karşın söylendiğine göre 2015 yılında günde 1.25 dolardan az gelirle “yaşayan“ aşırı yoksulların sayısı 1 milyara inecekmiş...


Allah’ın izniyle, Peygamber efendimizin kavliyle 2030 yılında “aşırı yoksulluğun” kökü kazınacakmış. Tabii yoksulluğun kökümü kazınacak yoksa yoksulların köküne kibrit çakıp yoksullardan kökten mi kurtulacak o da meçhul.


Günde 2, 2,5 dolarla yaşayanlar da yoksul sayılıyor ama onların durumu o kadar da kötü sayılmıyor ... Öncelik aşırı yoksullara veriliyor. Telaşa gerek Pers çocukları koca Cumhuriyetimizin ve hükümetimizin bakanlarına rüşvet vermeye devam ettikçe açlıktan ölmeyeceğimizin garantisini size verebilirim. Kendisini çok iyi tanırım, eyi çocuktur. Sabrın sonu selamettir, açlıktan gebermesin ey halkım! Biz yoksul insanları sadece karınlarını doyurmayı yeterli gören, adeta inek ve öküzlerle aynı kefeye koyan, bize bir besi hayvan muamelesini yapan ğırğız zenginler, bu zenginlerin akıntısına kürek çeken yürütme veya yürütenlerin kalkınmada anladığı buysa eğer, o zaman gitti lahmacun fırını demektir.

İnsan gibi yaşamak demek: Her bir insan için beslenme, barınma [konut], eğitim, sağlık, kültür, sosyal güvenlik, sağlıklı bir doğal çevrede yaşama, politik sürece katılma, kamusal alanda etkin olma demektir. Herkesin adaletin ve hukukun önünde eşit haklara sahip olması demektir. Bu hakkı ve özgülüğü sağlamak devletin birinci vazifesidir. Birleşmiş Milletler Örgütü Genel Kurulu 4 Aralık 1986 tarihli oturumunda “ Kalkınmanın herkes için bir hak” olduğunu ilan etti. Hem insanların kaderini piyasalara, para babalarına, baronlara, kaçakçılara, ağalara, paşalara ve sahte şeyhlere ihale edeceksiniz ve hem de kalkınmadan, haktan, hukuktan, adaletten, Kur'an'dan, hadisten, Hz. Ömer'in adaletinden, Hz. Ali'nin asaletinden ve asrı saadetten söz edeceksiniz. Böyle bir anlayış asla ve asla Kur'an'da, Hadiste ve Asrı Saadet'te yoktur. Hani II. Emperyalistler arası savaşın hemen sonunda savaşı lânetleyen bir barış hakkı antlaşması imzalanmıştı[1945]. Daha iki ay geçmeden ABD Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombaları yağdırmıştı ya, aynı şekilde Hükümet ve Ak Parti'de sosyal adaletten, haktan, hukuktan ve eşitlikten söz ederken hemen arkasında birileri tarafından milyar dolarlarca dolar, yetimin, öksüzün ve mazlumun hakkının çalıp çırpttığını görüyoruz.

Bugüne kadar Başbakan'ı desteklemiş ve sonuna kadar savunmuş biri olarak başbakandan şunu beklerdim; hırsızlıkların ortaya çıktığı ilk saatte hiç taviz vermeden ismi geçenlerin tümünü görevden almak, yargıya yardımcı olmak, savcıları ve polisleri rahat bırakmaktı. 400'e yakın polisi sürmekle, savcıları engellemekle ve adaletin tecellisini geciktirmekle bu ülkede nasıl toplumsal adalet ve toplumsal barış sağlanır ki?... Marx, Yahudi Sorunu adlı ünlü eserinde bu duruma açıklık getirmiş ve şöyle demişti: “Her şeyden önce kaydedelim ki, yurttaş hakkından ayrı insan hakları, ancak burjuva topluluğunun üyelerinin hakları olabilir.

Başka türlü söylersek, insandan ve toplumdan soyutlanmış egoist insanın hakkı olabalir”. Demişti. “Yoksulluk sosyolojisi”nin babası sayılan Georg Simmel'e göre yoksullukla mücadelenin birincil veya asıl amacı yoksullara yardım etmek değildir. Başka türlü söylersek, yoksullukla mücadele asla yoksullara yardım amacıyla örgütlenmiyor, başka hedefleri var. Toplumun periferisindeki yoksullar için yardım gerekli görülüyor, zira yoksulluğun belirli bir çizginin altına inmesi toplum için risklidir. Tam dışlanmışlık, üstesinden gelinmesi kolay olmayan sorunlar yaratma riski taşıyor. Sosyal ayrışmanın kimi sonuçlarının “yumuşatılması” için yoksullara yardım ediliyor. Ve buna yoksullakla mücadele deniyor... [Tabii kimin malını kime veriyorsunuz sorusu ister istemez akla gelir. Biri çaldığının bir kısmını ihtiyaç sahibine verdiğinde sonuçta kendine ait olmayan ama gasbettiğinin bir kısmını vermiş olur. Zengin yoksula yardım ettiğinde de aslında başkalarından çaldığının çok küçük bir kısmandan vazgeçiyor ama bu sanki matah bir şeymiş gibi sunulabiliyor]. Yoksulları bir şekilde toplum dahilinde tutmanın yolu, onlara yardım etmekten geçiyor. Yoksullar sömürü düzeni için işlevsel: Birincisi, zenginler yoksullara yardım ederek, sosyal olarak gerekli olduklarını, vazgeçilmez olduklarını, meşruluklarını kanıtlama imkânına kavuşuyorlar. Böylece prestijleri artıyor.

Aslında söz konusu olan vicdanı rahatlatma operasyonu gibi görünüyor ama işin aslı pek öyle değil. Hayır için verilen ekseri vergiden düşüldüğü için, aslında zenginin cebinden bir şey çıkmıyor. Aslında verilmeyen bir şey verilmiş gibi gösteriliyor...


Orada söz konusu olan eni-sonu bir muhasebe operasyonu, daha fazlası değil. Eğer öyleyse sorun “vicdanları rahatlatmakla değil, sahtekârlık ve ikiyüzlülükle ilgili demektir. Bu durumun üzerine gidilmemesi, sorun edilmemesi, yok sayılması mânidar değil mi? İkincisi, yoksulların varlığı demek, ellerininin altına her zaman çok ucuza kullanabilecekleri bir iş gücü rezervinin varlığı demektir. Uzun lâfın kısası zenginlerin yoksullara ve yoksulluğa ihtiyacı var... O halde yoksullukla gerçek anlamda mücadele veya yoksulluğun yok edilmesi, eşitlikçi ilişkilerin hâkim kılındığı durumda mümkündür... “diyor. Hala Ak Parti'nin ve Başbakan'ın birşeyler yapacağına inanarak; kendisinden yolsuzlukların ve hırsızlıkların üzerine kararlıkla gitmesini, yargıya yardımcı olunmasını ve adaletin tecelli etmesi için adaletin rahat bırakılmasını talep ediyorum...