Meşhur Fransız yazarlarından Balzac’ın millet tarifini, bu sütunda belki de kırk defa yazdım. Balzac diyor ki: “Millet, edebiyatı olan topluluktur!”

Necip Fazıl Kısakürek’in de benzer bir tarifi var: “Bir milletin edebiyatı yoksa, o millet de yok demektir!”
Ankara’da yapılan bir İLESAM toplantısında, Kırgızistan’ın dünyaca meşhur roman yazarı Cengiz Aytmatov sözlerine şöyle başlamıştı: “Kırgızistan’da şöyle bir sözümüz var, biz deriz ki: Bana edebiyatını söyle, sana nasıl bir millete mensup olduğunu söyleyeyim!”

Tarifleri, tesbitleri uzatmak istemiyorum. Demek istiyorum ki kişilerin ve milletlerin hayatında edebiyat çok önemli. Çünkü, edebiyatın temel malzemesi dildir. Dil olmazsa millet olmaz. Tarih boyunca, siyasî istiklâllerini kaybeden milletler çok olmuştur. Siyasî istiklâllerini kaybeden milletler, dillerini kaybetmedikleri takdirde, zamanla yeniden derlenip toparlanmışlar, bağımsızlıklarına yeniden kavuşmuşlardır. Ama dillerini kaybeden milletlerin, yeniden tarih sahnesine çıktıklarına dair, bir tek örnek yoktur.

Edebiyat ve dil, insanlar için de çok önemli. İlim dünyasının tesbitine göre; “Her insanın beyninde bir dehâ merkezi vardır. Bu dehâ merkezinin zenginleştirilmesiyle insanlar lider seviyesine yükselmektedirler. Bu deha merkezinin zenginleştirilmesi, kelime çokluğuyla mümkündür. Yani bir insanın hafızasında ne kadar çok kelime varsa, o insan aklını, o kadar doğru kullanabilmektedir. Kelime sayısı çok az olan insanların akıllarını yeteri kadar kullanamadıkları görülmektedir.” Bunlar çok doğru tesbitler.

Ekim ayının ilk haftasında, edebiyatımızın büyük isimlerinden olan Cengiz Dağcı’yı, Kırım’da doğduğu köyde toprağa verdik. Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun gayretiyle Cengiz Dağcı için Kırım’da, çok büyük bir cenaze merasimi yapıldı. Bildiğim kadarıyla, Cumhuriyet tarihimizde böyle mükemmel bir cenaze merasimi, (edebiyatçılarımız arasında) ilk defa Cengiz Dağcı için düzenlendi. Türkiye’den Kırım’a yollanan ikiyüz kişilik heyet içinde; dört bakanımız iki Meclis başkan yardımcımız, milletvekillerimiz, yazarlarımız, radyocularımız, televizyoncularımız, dergi yöneticilerimiz... vardı.

Böylesine büyük bir toplulukla, hem de Kırım’da Cengiz Dağcı’yı sonsuzluğa uğurlamak elbette çok güzel. Ama Cengiz Dağcı’yı eserleriyle okumak ve onun kaleminden Kırım Türklerinin başlarına getirilen büyük, çok büyük felaketleri öğrenmek de şart.

Cengiz Dağcı’nın toprağı daha kurumadan bir TV programında aydın geçinen bir kişi, PKK ihanetini âdeta savunarak diyordu ki: “Sanki Türkiye’nin etrafı, düşman kuvvetleriyle çevriliymiş gibi bütçemizden ordumuz için büyük harcamalar yapıyoruz!”

İddia ediyorum: Böyle düşünenler ve konuşanlar, akıllarını tamtakır bırakanlardır. Hiçbir şey bilmeyenler ve okumayanlardır.

Onlara, Cengiz Dağcı’yı okumalarını tavsiye ederim. Komşularımızdan hiçbiriyle aramızda samimi bir dostluk yoktur. Bizim daha güçlü, daha vurucu, daha caydırıcı bir orduya şiddetle ihtiyacımız vardır. Kırım’ın durumuna düşmek istemiyorsak, buna mecburuz...