HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur, “Evet, yargının yeterince tarafsız olmadığı konusunda toplumda bir algı var” diyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın ve Yargıtay Başkanı Nazım Kaynak’ın yargıya yönelik uyarılarını haklı buluyor.

Haşim Kılıç “Yeni mağdurlar ve mazlumlar yaratmayın” demişti. Liberal adalet felsefesini her devirde savunmuş olan Kılıç, “Dün yargının siyaseti kuşatma gayretine karşı çıktığımız gibi bugün de siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz” diye konuşmuştu. Gerçekten Türkiye’de bir “yargı vesayeti” geleneği vardı, yargı siyasete yön vermek isterdi. Bugün toplumdaki algı, siyasetin yargıya yön vermeye başladığıdır.

Yargıtay Başkanı Kaynak da yargının “haksızlığa uğramış insanların son sığınağı” olması gerektiğini hatırlatmıştı.

Bunlar kaygıların yüksek yargıda da hissedildiğinin göstergeleridir.

HSYK ne yapar?

HSYK yargıç ve savcı atamalarını yapar. Onlar hakkındaki şikâyetleri inceler, gerek görürse müfettiş gönderir, hatta soruşturma kararı verir. Hâkim ve savcıların kararlarına asla karışamaz ama bu yetkileri bile Türkiye’de adalete güvenin tesisi için HSYK’nın ne kadar işlevsel bir kurum olduğunu gösterir.

Bu işleve sahip HSYK’nın 1. Daire Başkanı İbrahim Okur’un şu sözlerinin önemi açıktır:

“Yargının yeterince tarafsız olmadığı konusunda, evet, toplumda bir algı var. Bütün yüksek yargı başkanlarının katıldığı sempozyumda bunun dile getirilmesi, ‘intikamcı olmayın’ diye uyarılar yapılması haklıdır ve inanıyorum ki yararlı olacaktır. Adalete güvenin temel şartı olan tarafsızlığı göstermek, kaygıları gidermek öncelikle yargı mensuplarının görevidir...”

Peki, Sayın Okur “siyasetin yargıyı kuşatması” uyarısı için ne diyor? Şunu söylüyor:

“Yargının adalet eli, bütün ellerden üstündür, temel ve vazgeçilmez prensip budur.”

İbrahim Okur defalarca ceza hukukuna da “özgürlükçü gözle bakılması gerektiğini” söylemiştir, bunu da hatırlatmalıyım.

Evrensel hukuka doğru

Sayın Okur Ankara’da Adalet Bakanlığı ile Dünya Bankası’nın düzenlediği sempozyum hakkında da bilgi verdi.

İki gün süren sempozyumda akademisyen veya yargıç 54 konuşmacı var, bunun 25’i yabancı! Mesela Dünya Bankası’ndan Klaus Decker “Dünyada adalet reformu eğilimleri” konusunda, Amerikan Barolar Birliği’nden Juan Botero “Dünyada adalet sistemleri performans ölçümleri” konusunda, İngiltere’den Laurie Glanfield “Mahkeme mükemmeliyeti için uluslararası çerçeve” konusunda tebliğ sundular.

Sempozyumun dün öğleden sonraki konusu “Yargı etiği ve davranış kuralları” idi. Kanada’dan istinaf mahkemesi hâkimi Georgina Jackson “Yargısal dürüstlük ve etik kuralları”nı anlattı...

Bu örnekleri vermemin sebebi, yargı sistemimizdeki evrenselleşme çabasını yansıtmasıdır. Adalet Bakanlığı’nın 2009 tarihli Yargı Reformu Stratejisi bu görüşler ışığında revize edilecek.

Aşırı cezacı kültür

Yargı ve adalet kültürü, yargı etiği gibi konular gündeme geldiğinde bizde uzun tutuklama ve uzun yargılama gibi sorunlar öne çıkıyor. Halbuki evrensel hukukta bireyin hak ve özgürlükleri ceza hukukunda bile artık temel bir ilkedir; topluca “adil yargılanma hakkı” deniliyor.

Bunlar hukuk literatürümüze yeni girmekte olan, esasen Batı’da da son çeyrek asırda gelişen yeni ilkelerdir. Yirmi, otuz yıl önceki hukuk kitaplarımızda bu vurguları bulamayız. Uygulamada hâlâ aşırı cezalandırmacı ve aşırı tutuklamacı eğilimlerin devam etmesi, kadronun geçmişteki hukuk kültürüyle yetişmiş olmasındandır. Nitekim sempozyumda Prof. Ahmet Gökçen “Adalet hizmetlerinin kalitesi için hukukçuların eğitimi” konusunda tebliğ sundu.

Özellikle hukukçular olarak unutmamalıyız, yargının tarafsızlığı ancak evrensel hukuk kültürünü benimsemekle mümkündür.

(Hürriyet)