'Kuzey'in Oğlu' Volkan Konak, altın plakları, sayısız ödülleri, besteleri, şarkıları, türküleriyle çok sevilen bir halk müziği sanatçısı.

Müziğinin yanı sıra, sivri kişiliği, ilginç söylemleriyle de sık sık gündeme gelen Volkan Konak ile ilginç yaşantısını ve müziği konuştuk.

-Küçükken aklınızda, büyüyünce ne olmak vardı?

"Ben türkücü olacağım" deyip duruyordum. Ağaçların tepesinde hep şarkı okurdum. Daha sonra Maçka'ya liseye sürgün olarak müzik öğretmenim geliyor. Sürgün derken ideolojik olarak oraya gönderilmiş. O hanımefendi, o eli öpülesi öğretmenim İstanbullu'ydu. Konservatuar için beni alıp İstanbul'a getirdi. Beni yedirdi, içirdi, bana özel hocadan kurs aldırdı. Sonra konservatuarı birincilikle kazandım. Hala o öğretmenimle görüşüyoruz. Emeğini hiçbir zaman inkar etmem.

-Konservatuarda okurken ilerisi için hedefleriniz var mıydı?

Vardı ben hep planlı yaşarım. 10 yıl sonrası için planlarım vardır. Övünmek gibi olmasın devrimci ve cesur insanlar hep planlı yaşarlar. Ben 5 sene sonra ne olacağını biliyorum.

-Nasıl yani?

Karadeniz sinemasına el atmam lazım. Yapımcı olabilirim, müziğini yapabilirim, sponsor bulabilirim, doğru insanları bir araya getirmek de olabilir. Biz yapmazsak başkalarının yaptığı sinema beni tatmin etmiyor. Biraz mutlu değilim o anlamda. Müzikte epey yol kat ettik. Ama sinemamız Doğu'da olduğu gibi güçlü değil, hatta hiç yok.

-Konusu ne olacak?

Eski Toptel Genel başkanı vardı Gültekin Gazioğlu; 12 Eylül'de yurt dışına kaçmıştı. Kenan Evren'in kafaya taktıklarından biri de oydu. Bir de devrimci bir ağabeyimizin siyasi olaylar dolayısıyla İran üzerinden Hollanda'ya kaçış öyküsü vardır. Böyle aşk, gurbet, ayrılık, siyaset o kadar çok konu olabilir kiÖ 1922 yılında mübadele yıllarında ne öyküler var. Dolayısıyla bizim bunlara el atmamız lazım.
Babaların ölümleri sabunluyken göz açmaya benzer

-Siz nasıl şöhret oldunuz?

Bana en büyük katkıyı Orhan Gencebay yaptı. Konservatuarda master yapıyordum. Batı müziğiyle ilgilenince beste yapmaya başladım. Türkü formunun dışındaydı. Orhan hoca bunu duyunca, "Çağırın o çocuğu besteleri güzel" demiş. Gittik, hocam çok beğendi; "Derhal albüm yapmalıyız, bu müzikte müthiş bir devrim" dedi. Orhan Gencebay'ın forsundan, süksesinden, ünvanından da yararlandım. Benim hızlı tırmanışımda Orhan Gencebay'ın çok büyük rolü vardır. Benim aşkım o, babam, her şeyim. Bana "Manevi evladım" der. Asıl bizi Türkiye'yle tanıştıran "Cerrahpaşa" albümü oldu. Yıl 2003. Barda çalıp okuyordum bu şarkıyı. Aşağı yukarı bir sene öyle okudum. Dinleyicilerim bana çok baskı yaptı, "Ağabey bu şarkıyı mutlaka albüme koymalısın" dediler. Albüme zorla koyduk o şarkıyı. Babama yazılmış bir eser. Çok içimizi acıtan bir şarkı. Babam Cerrahpaşa'da rahmetli oldu.

-Bu şarkıyla neyi kastettiniz?

Babaların ölümleri, sabunluyken göz açmaya benzer. Cerrahpaşa sadece bir simge. Doktorlarımızın teşhislerine ve cerrahiliklerine çok güveniyorum. Sadece yorgunluklarından mıdır, mutsuzluklarından mıdır nedir, hasta psikolojisi ve yaklaşımları konusunda zayıf buluyorum onları. Bugün rahatsız olsam Cerrahpaşa'ya ya da Türk doktorlarına kendimi teslim ederim. Doktorlardan çok dostum vardır.

-Siz kimsenin hakkını yemediniz peki sizin hakkınızı yediler mi?

Oldu. Mesela Altın Kelebek'te ödülümü almaya gittiğimde kapıdan geri döndüm.

-Nasıl oldu o olay?

2003-2004 dönemiydi. Ödülümü başka bir sanatçıya vermek zorunda kaldılar. Onu da bana törene gidince, oranın kapısında söylediler. Halbuki daha önce ödülün bana verileceğini haber verip, davet etmişlerdi. Ben de bu durumu bana kapıda haber veren arkadaşa şöyle dedim, "Bu tören için ben kravat takmadım, kravatı bana kızım seçti. Ödül alacağım belli. Ben şimdi eve gidince kızıma ne diyeceğim?". Salona girmedim bir tek ben kaldım orada. İstinye sahilinde arabayla tur attım, kızım uyusun da yarın bir şekilde bir şey uydururum diye eve gidemedim. Ağladım biliyor musun? Benim ilk Altın Kelebeğim'di ve hak etmiştim bu ödülü. Maranda albümümdü.

-Sizin ödülü başkasına vermelerinin gerekçesi neymiş?

O kişinin albümünün filmi olacakmış, onun reklamı için gibi bir şey söylemişlerdi.

DÜNYA BABAMIN EVİDİR

-Ünlü olmak hayatınızı değiştirdi mi?

Yok, ben hayatı kendime göre yaşayan bir insanım. Saat kullanmam, günleri çok önemsemem.. Saat ben ne dersem odur. Çarşambanın, perşembeden hiçbir farkı yoktur. O bir evcilik oyunudur. Gençken pazartesileri sevmezdim okul var diyeÖ Bunu yıllar sonra çok okuduğum kitaplardan sonra çözdüm. Saat mevhumum yoktur, gün mevhumum yoktur. Dünya benim babamın evidir. Koluma saat takmam, boynuma kolye, parmağıma yüzük takmam. Bütün bunların benim özgürlüklerimi kısıtladığını düşündüm. Prangaya vurulduğumu hissediyorum. El gibi çıplak gezmeyi seviyorum. Mutlu bir yaşantım var,  kaldırımda oturup çekirdek de yerim, Taksim Meydanı'nda dolaşırım, vapura da binerim, TIR garajlarına da giderim, benzincilerle de sohbet ederim. Türkiye'de, Hatay'dan Edirne'ye, Diyarbakır'a kadar bütün benzinciler benim arkadaşlarımdır.

Irkçılık faşistlik DNA'mda yok

-Siyasetle de yakından ilgileniyorsunuz, neden?

Sanatçı aydındır, hümanisttir, sanatçı cesurdur, ilericidir, devrimcidir. Söylenmemişi söyleyendir. Sanatçı alnında ışığı taşıyandır. Hiçbir zaman geriye dönüp bakmaz. Irkçı olmaz. İnsanları yumurta gibi tokuşturmaz. Sanat bir araya getirir, kuluçka gibi yumurtalar çoğalsın diye en fazla üzerine oturur. Bana ırkçı ve faşist diyemezler. DNA'mda yok bu benim.

Mustafa Kemal’i severim ama tapmam
 
-Atatürk'ün büstlerine nasıl bakıyorsunuz?


Çok abartmamak lazım. Çok da dalkavukluğa gerek yok. Mustafa Kemal çağdaşlık ve bağımsızlıktır. Bağımsızlığın kıymetini bilmeyen insanda davar gibi yaşar hayatı boyunca. Bağımsızlık dünyanın en kıymetli hazinesidir. Mustafa Kemal'e saygı duyarım ama asla tapmam. Benden ne üstünlüğü var ben onu kabul edemem. Bizim gibi bir insan. Mustafa Kemal ne diyor, "Bağımsızlık benim vazgeçilmez karakterimdir" benim için en güzel söz budur. Bağımsızlığın kıymetini bilmeyenler benim için sığırdan farksızdır

Amerika'yı karavanla gezeceğim

-Amerika'yı karavanla gezeceğinizi duydum doğru mu bu?

Evet, 4 bin 400 mil yol yapacağım, kilometreye çevirince 7 bin 500 kilometre yapıyor. Otobüs büyüklüğünde karavanla yapacağım o yolu. Ev gibi. Karavanla Avrupa'yı tamamen bitirdim.Türkiye'yi karış karış bitirdim. Şoförlüğüm iyidir. Tehlikeli bir şey yaşamadım. Bir de çok tedbirliyimdir bazen karavan kamplarını bulamıyorum, otobandayım. Çok sağlam olmayan yerlere kamp yapmıyorum. Güvenlikli yerlere çekip uyuyorum. Gecenin şahidi olmaz. Çok güvenlikli ve şenlikli yerlere çekip uyuyorum. Çok araba sürüyorum. Miami'den New York'a 2 bin 200 mil 26 saatte geldim. Yaklaşık 4000 km hiç uyumadan.

Uçağı ben sürmediğim  için korkuyorum
 
Uçağa neden binmiyorsunuz?

Araba sürünce kafamı boşaltıyorum. Müzik dinliyorum. Araba kullanmaktan çok büyük keyif alıyorum. Gençleştiğimi hissediyorum.

-Uçak korkunuz var mı?


Var. Türkiye'de çok acil ölüm olmazsa uçağa binmiyorum. Bunun sebebi de üç, dört tane fobinin birleşmesi. Bir tanesi, önümü görmeden gitmem. Mesela motosiklet sürenin arkasına oturmam. Panik yapıyorum. Uçak, önümü görmeden hızlı giden bir nesne. Kapalı bir yer, bir de yüksekteyiz. Bir de hiç tanımadığım bir herifin sürdüğü bir araçta olmam ürkütücü geliyor. Uçağı ben sürsem daha bir rahatlayacağım. Uçağı ben sürmediğim için çok korkuyorum.
Kokpit ürkütücü. Uçak bana göre değil. Bana Deli İbrahim'in torunu diyorlar. Deli İbrahim demeleri makbuldur benim için. Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Sultan Mehmet büyük padişahlardır. Ama Deli İbrahim de benim padişahım. Tarih kitaplarında adamı şöyle anlatıyorlar; altın atıyormuş balıklara. Tam benim adamım işte. Öyle marjinal adamları severim ben.