Şirin Üstün, geleneksel icra tekniklerini, eğitimle harmanlamış bir isim... Çocukluğunda evinde ve çevresinde gördüğü sazlı sözlü muhabbetler altyapısını güçlendirmiş. Eğitimle desteklenen bu altyapı, uzun ve sabırlı bir çalışmayla da meyvelerini vermeye başlamış.

Henüz 8 yaşındayken Müzik Öğretmeni Süleyman Tor ile çalışmalara başlayan Şirin Üstün çeşitli kurumlar ile müzik okullarından nota, solfej ve ses eğitimi dersleri aldı. Konserler veren, televizyon programları da yapan Üstün, Dermanın Olayım (2006), Güle Dokunma (2009), Künc-i Gurbet ve Yeraltı Gelinleri (2012) adlı solo albümlere imza attı. Özel bir müzik okulunda ders veren Üstün'ün yeni albümü Aşure – Habil ve Kabil geçtiğimiz günlerde Arda Müzik tarafından yayınlandı.

Şirin Üstün yeni albümüyle ilgili sorularımızı cevapladı

...

-Dördüncü albümünüz Nisan ayı içerinde çıktı. Yeni albümünüzdeki çalışmalardan söz eder misiniz? Albümün adının AŞURE- Habil ve Kabil olmasının özel bir anlamı var mı?

Bu albüm için hem müzikal anlamda, hemde kişisel anlamda olgunlaşma sürecinin tam da karşılığı diyebilirim. Albüm toplam 12 eserden oluşuyor. Bir de bana bırakılan çok özel bir miras var. Beş yaşımda öğrenip hala okuduğum bir dua var. Rahmetli babaanneme de kayınvalidesi öğretmiş. Dediğim gibi hala her gece okurum öğretene, rahmet ve minnetle...

Ben orijin eserleri çok dinleyen biriyim ve dinlerken de eserleri müzikal yapılarına, sözlerine göre ayırırım. Yani, bir çalışmam bitmeden bir sonraki proje olarak kenarda durur. 3.albümüm Künc-i Gurbet ve Yeraltı Gelinleri adlı albüm bittiğinde Aşure albümünün repertuarı aşağı yukarı bitmişti.

Aşure benim nazarımda Anadolu'daki bütün halkların ortak adıdır. Her birinin ayrı bir rengi, her birinin ayrı lezzeti, kokusu var.

Aslında tam da Türkiye'deki bu yoğun döneme denk geldi. Belki de HABİL ve KABİL hepimize mesaj veriyor. Tarihin ilk cinayeti, toprağa düşen ilk kan, iki kardeşin kavgası bize, kavgalar, küslükler, kötülükler, ölümlerin çözüm olmadığını bir kez daha hatırlatıyor. Biz iyiye, güzele, kardeşliğe, barışa tohum ekmeliyiz buna ihtiyacımız var. Fikirlerimizle, yüreklerimizle bu topraklara huzuru, sevgiyi hep birlikte ekebiliriz. İki günde bitmiş olan bir albümden bahsediyorum. Çünkü bu albüm iki yıl önce çıkacaktı ancak Suruç katliamı ile başlayan Türkiye'deki istikrarsız siyaset ve yapılanma albümün çıkış tarihini hep erteledi. Gidişat ile ilgili istediğimiz süreci yaşamamız maalesef biraz zor gibi gözüküyor ama mühim olan yolun kendisidir. Türküler, deyişler benim şifa bulduğum, şifalandığım yer!

-Albümün oluşum sürecinden de söz eder misiniz?

Bu eserlerdeki melodiler zaten benim bebekliğimden beri kulağımda var olan melodiler. Onların güzellikleri, muhteşemlikleri, güzellikleri, beni harekete geçirdi, bir şeyler yapmam, bu eserleri gün yüzüne çıkarmam gerekiyordu. Ozanlarımız, âşıklarımız, dedelerimiz güzelleştirmiş onları ve bana onları en güzel şekilde icra etmek kaldı. Türkülerle, deyişlerle güzelce birbirimizi seve seve, yıpratmadan, bozmadan tam da onların verdiği mesajlar gibi kardeşçe birbirimizi üzmeden çalıştık.Yalnız Habil&Kabil eserinin sözlerini bulmam yaklaşık iki yılımı aldı.

-Doğru söz, doğru mesaj!

Araştırarak, öğrenerek, keşfederek, paylaşarak yol aldığım bir albüm oldu. Bize bırakılan kültürün kumaşı o kadar iyi ki, inanılmaz kaliteli.. Geçmişi ve geleceği çok iyi özetleyen, nasihat içeren, önemli mesajlar veren eserler.. Bu albümde süslü püslü laflar yok. Bu eserlerde iç seyahat var yani; teşbih ettik...

-Öne çıkarmak istediğiniz ana düşünce neydi?

Bu eserlerdeki gizli mesaj; evrensel insan olmaktır. Evrensel insan; tarihsel kimliğinden o süreci izleyerek kendi varoluş hakikatine aklını, gönlünü, sevincini ulaştıran, bütün âleme rahmeden, rahmetle bakandır.

-"Habil ve Kabil"i tasarlarken nelerden, nerelerden ilham aldınız? Albümün çıkış noktası nedir?

Aslında ilham dediğimiz şey elimizdeki malzemeler ve fikirlerle sürekli oynamaktan dolayı çıkıyor. Bu albümü tasarlarken amacım; bu topraklarda yaşayan halkların birbirine ne çok benzediğini vurgulamaktı. Öyle çok karışmışız ki birbirimize, inanılmaz bir renk cümbüşü çıkmış diliyle, diniyle, etnik kökeni ve mezhebiyle...  Daha da çok şey sayabilirim... Amacım, işte bu güzel farklılıklarımızın bir hazine olduğunu fark ettirmekti. Hani halk arasında bir atasözü vardır ya, şimdi onu söylemeliyim: Bala düşen ballanır. Bala düştüm ballandım.

-Eser seçimi nasıl oldu? Düşüncelerinizi eserlere dökerken nasıl bir yol izlediniz?

Albüm kafamda oluşurken fikir, eserler, fonksiyon aynı düzede gelişti galiba... Önce eserleri ince ince seçtim, sonra bu eserlere aşık oldum ve kiminle nasıl çalışırım diye düşündüm. Bu süreçte yapımcı firma sahibi Baki beyle sürekli irtibat içerisinde oldum. Bu albümün eserleri çok orijinal ve hepsi yeni eserler. Yani ilk defa kaynak kişiden sonra ben seslendirdim. Bu çalışma tarzını çok benimsiyorum. Çok doğal bir şekilde, bozmadan gün yüzüne çıkmalıydı. Ben genelde yeni bir proje çalışacaksam, doğru yönetmeni bulup beklemeyi tercih ediyorum. Bu albüm de böyle bir çalışma...  Albüm çıktıktan sonra bunun potansiyellerini fark etmeye başladım. Doğru işbirliği, yenilikçi ama geleneği zedelemeden yapılan iş keyifli bir şeye dönüşüyor.

-Albüm kapağında Fatma Ananın eli var özellikle mi seçtiniz?

Fatma Ana eli bereketi, bolluğu, şifayı, iyiliği ve yiğitliği simgeliyor, böyle biliyoruz. Ancak Fatma Ananın pek bilinmeyen bir özelliği var. Fatma Ana peygamber kızı ve aynı zamanda Hz. Ali'nin eşidir. Fatma Ana, doğrular için direnmenin örnek temsilcisi ve kadınların önderidir. Ölümü, Ebu Bekir'e biat etmediği için olmuştur. Tarihe baktığımızda Fatma Ananın dik duruşundan, biat etmeyişinden, zalimin karşısında direnmesinden hiç bahsetmez. Mesela bizim evde, hastalandığımızda büyüklerimiz sırtımızı ovalar ve benim elim değil Fatma Ananın eli olsun derlerdi. Hainliği, kötülüğü kim yarattı? Bizler nefis dediğimiz şeye yenildik... İşte kabil olduk, IŞID olduk, hatta yezit olduk. Dünyada her şeyin bir karşılığı var iyi-kötü, güzel-çirkin, hayır-şer, mazlum ve zalim... Bu çalışmam bu karşıtlıkları gösterme düşüncesiyle oluştu.

-Albümdeki eserlerden de söz edelim. Albümde kimlerin eserleri var? (Eserlerin içerikleri nedir? Önemlilerini açıklayalım...)

-Kimlerle çalıştınız?

Çalıştığım müzik adamları ve müzisyenlerle kimyamın ortak olmasına çok önem veriyorum. Bu durum da en az yorumladığım eserler kadar önemli... Şimdiye kadar çalıştığım tüm hocalarım ve arkadaşlarımla böyle bir kimya oluşturduğumu fark ettim.

-Yorumladığınız eserlerin daha çok erkekler tarafından icra edildiği de dikkat çekiyor. Bu ayrımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizi bu müziğe, bu tarza yönlendiren oldu mu, kendi tercihiniz mi?

Bizim olan bu müzikal kültürün icrası, geleneksel olarak, erkek egemen bir görünüm sergilese de, üretim temelinde durum tamamen "anaerkil" bir yapıdır. Müziğin temel malzemesi dil ve ses olduğundan ve bunun da ilk öğretmenleri anne-kadın olduğundan, müzikal estetiğin oluşmasında anaerkillik oluşmaktadır.  Benim yaptığım müzik özellikle tasavvufi irfan (deyiş, nefes, semah vb..) kültürünün erkeksi olduğu varsayılıyor. Ama bugün Türkmen, Yörük, Alevi, Abdal kültürü içerisinde kadın icracıların olduğu görülüyor. Bu kültürün tam da göbeğinde Arguvan'da doğmam benim için şans.

Bu albümü, Anadolu'daki yaşayan tüm halkların kültürel yönüyle, sazıyla, sözüyle, raksıyla, felsefesiyle inandığı gibi yaşayanlara, İbrahim'in bereketi ile dostluk sofrası açanlara, Zekeriya'nın dili ile "an beni anayım sizi" kavramını anlayanlara, yaşamdaki en büyük sanatın insanın kendisi olabilmesi ve kalabilmesidir diyenlere armağan ediyorum.