BirGün yönetiminden kısa sürelik izin istedim. Ardından uzattıkça uzattım. İki sebebi vardı; ülkede ve dünyada garip işler oluyor ve bu can sıkıntısı içinde ahkam kesen olmak istemiyordum. Savaş tamtamları çalanlara meydanı bırakmayı yeğledim. Bu arada yeni televizyon programı da apar topar başladı. Diğer nedense yönetimden kimsenin bir telefon açıp, aramayışıydı. Bakalım dedim, ne kadar unutacaklar beni? Bu yazıyı yazdığım zamana dek hala soran olmadı. Buna kızdım mı, hayır. BirGün böyle işte. Gönüllü olacaksın, işine sahip çıkacaksın. Patron yok, dayatma yok… Sevgi var, dostluk var. Okurumuz da böyle…



Doğrusu güncel siyasetin dışında durmaya çabaladım. Bazen tahrik boyutuna varan utanmaz çarpıtma haberler canımı sıktı. İşin matrak yanı, şu twitter dünyasına girip, içine dökme kolaycılığına kapılıyor olması kişinin. Toplumun gazını alıyor. İyi olmuyor esasen. Bir fikri derinlemesine tartışma olanağı bulamıyorsun. Ucuz ve saldırgan dil kullanan kimilerine, er ya da geç bir yanıt veriyorsun, hal böyle olunca da can sıkıcı oluyor. Sokakta muhatap kabul etmeyeceğin adamların abuk sabuk sözlerine laf yetiştirirken buluveriyorsun kendini…



YENİ KARARLAR


Sıcaklara esir düşmüş haldeyken yeni kararlar aldım. Sadeleşmeden üretmek olanaklı değil, bunu biliyorum. Cep telefonu numaramı değiştirdim. Sürekli bir uyarıcıyla yaşamak yorucu! Bir iki güne dek ileti adresimi de yenilemeyi düşünüyorum. Dünyadan kopmadan, insanlara faydalı olmak mümkün değil. Çelişki gibi duruyor ama öyle… Eğer herkese kulak verirsen, düşünsel olarak demlenme olanağı kalmıyor. Eh hal böyle olunca da zırvalıyorsun bolca…



Bir diğer önemli konu da siyaset çekişmesinden uzak durmak için gösterdiğim çaba. Her ne kadar Suriye, CHP süreçleri, AKP dayatmaları, Kürt sorununda neredeyse çıkışsız bir noktaya gelinmiş olması, Alevilere saldırılar ve benzeri meseleler her an evin içindeyse de, bunu hamasetle tartışmak istemiyorum. Birbirini itmeyen, anlamayan insanlar topluluğundan bir sentez yapıp, anlamlı sonuç elde etmek olanaklı değil. Yeni sezon, ekranda bana nasıl bir rol getirir bilmiyorum. Ama entelektüel sefaletin tüm bunları doğurduğu kesin. Didişmenin küresel güçlerin işine yaradığı da! Arap coğrafyasında tepişenlerin, bir an durup, ‘Biz ne halt ediyoruz?’ diye sormayışı ibretliktir.



Sıcaklar boğucu, yakıcı, direnci azaltıcı türden. Bir yandan hava sıcaklığı öte taraftan savaş yangınları…



UMUT VE UMUTSUZLUK…


Yazarların, düşünürlerin umutsuz olmaya hakları yok diye inanırım. Biraz romantik bir duygu hali olduğu kesin. Aksi halde üretmeye, direnmeye gücü kalmaz insanın. Geçen gün, sol siyasal mücadeleye ömrünü adamış bir dostum, “Elim yazmaya gitmiyor” dedi. Benzer bir ruh halini taşıyorum. Bazen dünyanın yükü sırtındaymış gibi hisseder insan.


Yaz aylarında çok okuduğumu söyleyemem. Sıcaklar bu arzumu da buharlaştırdı. Stefan Sweig okumayı ihmal etmedim ama… Birçok kişi ‘Son hümanist’ diyor ona. Gerçek bir dünya yurttaşı. Hem kendi yaşam öyküsü çekici ve hüzünlü, hem yazdığı yaşamöykülerine konu olan kimseler. Montaigne, Erasmus gibi…



Nazilerden kaçıp son durak olarak vardığı Brezilya’da eşiyle birlikte intihar ediyor. Aydınlara seslenirken “Sizin hala umudunuz kaldı mı, ben gidiyorum” diyor. İntihar bir seçenek değilse de benim için, olan biten karşısında derin bir yılgınlık yaşadığımı söylemeliyim.



EDEBİYATLA ARINMAK


Böyle zamanlarda yazmanın yine de iyileştirici bir yanı olduğunu fark eder kişi. Kalabalığın boğucu baskısından kaçmak için, gelgitli ruh halini bir teraziye oturtmak için belki. Kariyer planlama çağının yaldızlı kartvizitlerine tutsak olmamak adına…



Çok not birikti. Belki bir köşe yazısından öte söylediklerim. Ama böyle. Bazen kişi kendiyle dertleşir, bir yürek olur okurla farkında olmadan… BirGün böyle bir yer…

(BirGün gazetesinden alınmıştır)