Toplum özellikle son 11 yıldır, yani AK Parti Hükümeti iktidara geldiğinden bu yana ciddi bir kutuplaşma yaşıyor.


Hatta aile ailesine, komşu komşusuna, çalışma arkadaşı çalışma arkadaşına, dindarlar dindarlara karşı kutuplaşabaliyor. Kısaca herkes bu ayrışmadan muzdarip.


Gezi eylemleri de buna tuz biber ekti. Toplumu oluşturan bütün mekanizmalar, topyekün siyaset aranesının cengaverlerine dönüştü.


Liderlerin birbirileri hakkında bazan küfre varan hakaretleri ve toplumu daha da geren söylemleri 11 yıldır hiç sükuna ermedi.


İktidarda, siyaset teorisyenlerini bile şaşırtan ve 3 dönemdir oyunu yükselterek gelen bir siyasi parti var. Ana muhalafette ise 1923 yılında doğmuş , 90 yıllık bir parti olan CHP var. AK Parti'nin ilk seçimde yine iktidar olacağı nasıl öngörülebiliyorsa CHP'nin de muhalefette kalacağı o kadar mukadder görülüyor. Ayrıca muhalefette MHP ile Kürt siyasetinin belli bir oranda temsilcisi olan BDP var.


Gezi eylemlerine katılan çoğu insanın ruh hali de buydu. Müzmin bir muhalfet ve mukadder bir yenilmişlik duygusuyla oluşan çaresizlik…


Sandık diyemiyorlardı çünkü sandık onlar için hep yenilgi olmuştu.


***


Türkiye siyasetinin son yıllarına bizzat şahitlik ediyoruz. Ondan önceki yılları da okuyarak veya dinleyerek öğreniyoruz.


Türkiye'nin 11 yıl öncesinde "nasıl bir ülke" olduğunu bilmeyen ve herşeye tepkisel yaklaşan teenager gençlik ile AK Parti Hükümeti'nin varlığına bile karşı olan insanlardaki öfke patlamasını Gezi'de gördük. Manipule edilmeye müsait bu kitlenin, neredeyse bu ülkeye "sivil bir darbe" yaşatacağına bile tanık olduk.


Onlara göre AK Parti "modern olmayan","çağdışı", "dindarlığı dayatan" ve "köylü" bir kitlenin muktedir olmayı hak etmeyen partisi. Yaratmaya çalıştıkları bu toplumsal algıya en çok da onlar inandı. Ve kendi oluşturdukları bu havayı, "temel doğru" sayarak kendilerini bile ikna etmeyi başardılar. 90 yıldır yaptıkları gibi "ötekileştirmeyi" yine kendilerinin yaptığını bile farkedemeyecek kadar "köylülere" yabancıydılar…


***


Oysa dindar kesim, yıllardan beri ülkenin hiçbir kurumunda söz sahibi olamamasına, bu ülkenin hiçbir kaynağından faydalanamamasına rağmen bu öfke patlamasını hiç yaşamadı. Hatta kızlarının başlarından örtüleri çekildiğinde, polisler o kızları yerlerde sürüklediğinde, kızlarını okumaya gurbete gönderdiklerinde bile böylesine "öfke" dolmadılar.


Aynı toprağın ve aynı ülkenin insanları olarak, dindar kesimde oluşmayan bu öfke, neden seküler yaşam tarzına sahip insanlarda patlamaya dönüştü?


Bu sorunun cevabı çok basit aslında. Çünkü dindar kesim çareyi herzaman sandıkta yani demokraside aradı. Sabır, dua ve metanet inancının temeliydi. Ayrıca tarihsel hafızasında "devlet" hiçbir zaman devrilmesi gereken bir şey değildi. Aksine zeval gelmemesi gereken bir olguydu devlet!


***


Evet laik-seküler kesimin bir takım sorunları var ve her defasında "76 milyonun Başbakanıyım" diyen Erdoğan, bu kesimin sorunlarını-endişelerini gidermeye çalışıyor mu, çalışmıyor mu?


"Hayır çalışmıyor" diyen haksızlık etmiş olur. Başbakan Erdoğan'ın bir takım söylemleri zaman zaman bu endişelerin artmasına neden olsa da Hükümetin uygulamalarında hukusal olarak yaşam tarzını kısıtlama görülmüyor.


"Üç çocuk", "Kürtaj" veya "dindar nesil" gibi söylemlerin tamamı, söylemsel ve temenni içerir. 3 çocuk yapmadı diye insanlar hapse mi atıldı? Fakat temenniye bile alınganlık gösterilmesi Başbakan'a haksızlık. Çünkü onun da hislerine tercüman olduğu önemli bir kitlesinin olduğu unutuluyor.


***


Belki dillendirilmiyor ama öfke patlaması aslında, artık dindar kesimin de zengin olması, sınıf atlaması, jipe binmesi, onların da ülkenin kaynaklarından faydalanamasına karşıydı.


"İnşaat ya Resulallah", "ciplere binen başörtülüler", "yolsuzluk yapılıyor", "abdestli kapitalistler" gibi suçlamalarda da bilinçaltındaki bu "sınıfsal" hazımsızlık hissedilebiliyor.


Bu yüzden de son 11 yıldır özellikle öfkeli laiklerde toplumun çoğunluğuna karşı ciddi bir kutuplaşma oluştu.


Hayatın akışında siyasetin bu kadar öncelikli bir yer tutması, toplum sağlığı açısından iyiye işaret değil.


İnsanların komşularına tencerelerle nispet yapması iyiye işaret değil.


Gezi eylemlerine siyasilerin destek vermesi iyiye işaret değil.


Gazetecilerin hergün bu olayları kaşımaya çalışması hem toplum açısından hem de gazetecilik etiği açısından iyiye işaret değil.


Bu her şeyi bilen, entel geçinen, köylüleri, makarnacıları, kömürcüleri aşağılayanların, biraz sakin olmayı ve kadere karşı koymadan hazmetmeyi de öğrenmesi gerekiyor...

(Yeni Aktüel'den)