Pazartesi sunmaya çalıştığım resmin ana çizgileri, Halep kentinde yoğunlaşan çatışmalar bağlamında belirginleşmeye devam ediyor.

Bu yeni resimde, Suriyede yaşananların bir iç savaş olduğu konusunda Batı basınında bir konsensüs oluştu. Esad rejiminin yıkılmaya açılan bir dönüm noktasında olduğu ileri sürülüyor. Halep çatışmaları çoktan anlamlandırılmış durumda. Eğer rejim, bu çatışmalardan başarıyla çıkarsa katliam tehlikesi vurgulanmaya başlanacak. Halep-Bingazi analojisinin kurulmaya başlanması (Arabic News Digest), Libya modeli hava koridorundan söz edilmesi (The New York Times) boşuna değil. Eğer, isyancılar başarılı sonuçlar elde edebilirlerse, artık rejim yıkılmaya başlamış sayılacak. İsyancıların, örgütsüzlüğü (yaklaşık 100 grup), Sünni (Selefi ve Müslüman Kardeşler etkisi) özellikleri düşünüldüğünde bu kez, gündemde azınlıklara yönelik etnik temizlik, katliam, kitlesel göç, sürgün vb. tehlikesinin gündemde olduğu vurgulanacak. Washington Instituteden David Pollock, Türkiye Suriye sınırını ziyaret ettikten, isyancı gruplarla görüştükten sonra, Bu kadar belirsizlik, bu kadar ikiyüzlülük görmedim... hiçbir şey göründüğü gibi değil, özetleBu iş bunlara bırakılamaz diyordu.

Tüm bunlar, Suriyede yaşananların artık, her iki olasılıkta da Batının insani açıdanmüdahale etmekten kaçınamayacağı bir durum olarak tanımlanmış olduğunu düşündürüyor.

Suriye’de olan...

Suriyede olan Suriye de kalmaz saptaması da kanıtlanacak gibi... Suriyede Müslüman Kardeşler, yanında Selefi gruplarla bir Sünni rejim şekillenmeye başlayınca, Lübnan ve Irakın, Sünni-Şii çatışmasının yıkıcı etkilerini yeniden yaşamaya başlamaları kaçınılmaz görünüyor. İki ülkenin parçalanma ya da iç savaş olasılıklarıyla karşı karşıya olduğu söylenebilir. Lübnanda Hizbullahın zayıflatılması, Irakda Maliki rejiminin tasfiyesi, İranın bölgedeki etkisinin hızla azalmaya başlaması demek. İran, tüm bölgeyi geniş çaplı bir savaşın içine çeker mi? Yoksa yeni duruma uyum sağlamaya mı çalışır? Önceden bilmek olanaklı görünmüyor. Ama risklerin çok büyük olduğu kesin. En azından, Esad rejimi yıkılırken, Hizbullah Lübnanda Sünni/Selefi bir rakiple ve bir iç savaş olasılığıyla karşı karşıya kalırken, İsrailin yalnız, ya da ABD ile birlikte, İranın nükleer santrallarına saldırı düzenleme olasılığının güçleneceği söylenebilir. Pazartesi günü gazeteler İranın Arap devletlerini uyardığını, Obama yönetiminin İrana yönelik olası bir saldırının planlarını İsraille paylaştığına ilişkin iddiaların yalanlandığını (planların olmadığını değil) aktarıyordu...

Daha şimdiden gelişmeler, Türkiye hükümetini, Kürdistanolarak tanımlanan bölgenin çeşitli parçaları bağlamında hiç beklemediği karmaşıklıkta bir durumla karşı karşıya bıraktı. Malatyada yaşanan olaylar, uğursuz bir havanın oluşmaya başladığını düşündürüyor. Türkiyenin Iraktaki teröristlere müdahale hakkımıztehdidi, Şemdinlide yaşanmakta olanlar nereye doğru evrilir bilmek, bunların içerdiği, kan ve ateş potansiyellerini hükümetin tümüyle kavradığından emin olmak zor.

Ol mahiler ki derya içredir...

Bu hükümetin, Ortadoğuda başlayan sürecin potansiyellerini kavrayabildiğini de söylemek zor. Bu bağlamda geçen hafta iki söylem ilgimi çekti. Birincisi, İran da Şah döneminde Kayhan gazetesinin editörlüğünü yapmış, bugün neo-con çevrelerin yayınlarında yazan etkili analistlerden Amir Taherinin AKPden, Müslüman Kardeşler örgütünün bir kolu olarak söz etmesiydi. İkincisi, Taheri, Pollock ve birçok Batılı yorumcuya göre AKP tüm ağırlığını, MKnin Suriye kolunu desteklemeye yönlendiriyor.

İşte AKPnin Ortadoğuda başlayan sürecin potansiyellerini kavrayamadığını düşündürten bu iki yorum oldu. Çünkü, MK yalnızca Mısırda değil tüm Arap dünyasında, hatta (absürd gelebilir ama) tüm dünyada egemen olmayı hedefliyor. Bu strateji AKPye herhangi bir liderlik olasılığı sunmuyor, aksine onu, akıntıya kapılmış bir tahta parçası olma riskiyle karşı karşıya bırakıyor.

Geçen hafta, Suudi devletine yakın, Al Awsatta Mşari AlZaydi imzalı bir yazıda, Hamastan Tunusa, Mısırdan Yemene Müslüman Kardeşler akımının liderlerinin, önde gelen entelektüellerinin, yaklaşık bir yıldır giderek artan yoğunlukta bir gelmekte olan yeni halifelik dönemi söylemi geliştirmeye başladıklarını, örnekleriyle aktarıyordu. Bu yeni söyleme göre Arap Baharı, VI. Reşudin halifeliğine açılacak bir süreci başlatmış. Bu halifelik altında tüm Müslüman Arap devletleri birer idari alt birime dönüşecekler. Bu halifelik, giderek dünya egemenliğine açılan enternasyonal bir siyasi proje.

Ne diyeyim adamakla mal tükenmez, belli ki MKnin hayali geniş. İyi de AKP kendini, daha önemlisi ülkesini bu siyasi proje içinde nerede görüyor acaba? Ben esas bunu merak ediyorum.

(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)