Dünyada uluslararası gündemin en yakıcı birkaç dosyasının anaforunda aynı anda yaşamak zorunda olan Türkiye gibi ülke var mı?

Nükleer kriz nedeniyle dünyanın bir numaralı konusu İran, kapı komşumuz. Sorunla o kadar iç içeyiz ki, İran ile dünya güçleri arasındaki nükleer pazarlık bugün İstanbul\'da yapılıyor.

Saddam; işgal ve ABD\'nin çekilmesi sonrası geleceği iyice belirsiz hale gelen Irak, tüm fırsat ve riskleriyle bir başka komşumuz. Oradaki her gelişme bizi doğrudan etkileyecek.

Dünya gündeminin en sıcak dosyası Suriye, bütün boyutlarıyla Türkiye\'nin kucağında. Krizin sıcaklığını ölçmek için bu ülkeden gelen mültecilerin sayısına bakmak yeterli. Özgürlük isteyen Suriye muhalefetinin örgütlendiği ve en büyük desteği bulduğu ülke Türkiye. Bugünkü İran nükleer zirvesi gibi, 2 hafta önce 83 ülke Suriye için İstanbul\'da toplanmıştı.

Sınırımızın hemen ötesinde, kader/tarih birliğimiz olan Ortadoğu coğrafyasındaki siyasî yapıları hallaç pamuğu gibi atan \'Arap Baharı\'nın ortaya çıkardığı tsunamiyi ekleyerek listeyi daha da uzatmak mümkün. Aslında kendine yetecek kadar önemli iç sorunları olan Türkiye, bu büyük krizlerin tam orta yerinde. Şaka değil, küçük bir kıvılcım bir anda ülkeyi ateşe sokabilir. Nitekim Kilis\'teki kampa birkaç kurşun isabet edince, Başbakan Erdoğan, hemen NATO\'nun 5. maddesini hatırlatıverdi.

İçinde olduğumuzdan hissetmiyoruz belki. Ama 100 yıl önce Ortadoğu\'yu şekillendiren I. Dünya Savaşı süreciyle karşılaştırılabilecek çapta bir değişim dalgası var karşımızda. O deprem, 400 yıl bölgeye damgasını vurmuş koca imparatorluğun Anadolu\'ya sıkışmasıyla sonuçlanmıştı. Bu deprem de şimdiden siyasî yapılardan haritalara ciddi değişim rüzgârı taşıyor.

Bu zor dönemde Türkiye\'nin ağır yükünü görevi gereği en iyi hisseden isimlerden biri olan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu\'nu bir grup gazeteciyle dinlerken tablo biraz daha netleşti. Görüşme 3 saat sürdü ama bunca başlıktan sadece Suriye\'yi konuşabildik. Toplantının önemli bir kısmı, Türkiye\'nin baştan beri Suriye\'de izlediği politikanın arka planını, beklenti ve kaygılarını içeren bir sunum şeklinde geçti. Bilgilerin çoğu yazılmamak şartıyla paylaşılsa da önemli birkaç noktayı belirtmek mümkün.

Türkiye; sağlam binasının üzerine çökme tehlikesi taşıyan komşunun çürük binasına benzetiyor Suriye krizini. Tüm iyi niyetiyle baştan beri, bu çürük binanın komşuya da kendine de zarar vermesini önleme arayışında. Dışişleri, Kofi Annan\'ın girişimiyle perşembe sabahı başlayan ateşkesin sonuçları hakkında çok ihtiyatlı. Şiddetin azalması olumlu ama Halep Konsolosluğu\'ndan ve istihbarat kaynaklarından gelen veriler, ateşkesin 6 şartından biri olan ağır silahların şehirlerden kışlaya çekilmesinin gerçekleşmediği yönünde. Rejimin, Tahrir gibi kitlesel gösterilerden çekindiği için tedbir aldığı belirtiliyor. Annan süreci başladığında 9 bin olan Türkiye\'deki mülteci sayısının 25 bine çıkması durumu anlatıyor. Bakan Davutoğlu, bu grafiği BM ve G-8 yetkilileriyle de paylaşmış.

Annan\'ın İstanbul\'daki Suriye toplantısına gelmemesi rahatsızlık oluşturmuş olsa da Türkiye girişimin başarılı olmasını istiyor. Girişimden değil, eksiklerinden ve önceki girişimlerde olduğu gibi rejime zaman kazandırma ihtimalinden rahatsız. Planı nihai çözüm değil, başlangıç olarak görüyor. Suriye Halkının Dostları girişimi ile Annan planına birbirinin rakibi değil, destekçisi görüyor. Girişimin başarısı için ise 3 şartı var Türkiye\'nin: Ağır silahların tamamen kışlaya çekilmesi; BM gözlemcilerinin ateşkese uyulduğunu teyidi; halkın barışçı gösterilerle düşüncelerini ifade edebilmesi.

Suriye rejiminin sınırdaki tecavüzü, bir güç gösterisi veya mesajdan çok kaza olarak görülüyor. Gelen özür mesajları Ankara\'yı ikna etmiş olsa da bu olay, Suriye\'deki insanî krizin Türkiye için bir milli güvenlik sorununa dönüşme algısını yükseltmiş durumda. Başta BM olmak üzere dünyaya verilen mesaj şu: Krizin barışçıl çözümü için çabalıyoruz. Ama olay, milli güvenliğimizi tehdit eden boyuta sıçrarsa her tedbiri alırız. İnsanî olarak 25 bin insanı kendi imkânlarımızla barındırdık. Bu sayı daha büyürse farklı tedbirler gerekebilir. Dünyanın artık bu yükü paylaşması gerekir.

Anlatılanlardan çıkan sonuç, Türkiye bir maceraya sürüklenmeden ve sorunun Türkiye-Suriye; Türk-Arap veya Şii-Sünni meselesine dönüşmesine izin vermeden çözümü için aktif siyaseti sürdürecek. Hem değerler hem çıkarlar bunu zorunlu kılıyor. Askerî bir müdahele asla istenmiyor. Ama bu, Baas\'a verilmiş bir çek değil. Makul bir çözüm bulunmazsa, Suriye\'de, Bosna\'daki gibi 3-4 yıl kan akmasına izin verilemez.

(ZAMAN)