Her vatandaş, sahip olduğu donanım oranında ülkesinin geleceğine karşı sorumluluk taşır…

Mesela, ekonomik kaynaklara sahip olanlar,  o kaynakları  ülkenin kalkınmasına katkı sağlayacak şekilde kullanmak zorundadır…

Yetişmiş insan gücü” diye tanımladığımız nitelikli  insanlar da, yine aynı şekilde, sahip oldukları bilgi ve yeteneklerini ülkenin menfaatleri doğrultusunda değerlendirmek mecburiyetindedir…

Hiç kimse, kişisel çıkarlarını ülkenin ve milletin çıkarlarından üstün göremez…

Devlet olmak, bunu gerektirir…

Ben de bu gerekçelerle, içinde bulunduğumuz şartlar ve yaşadığımız sıkıntılarla ilgili birkaç söz söylemeyi, yerine getirmem gereken önemli bir sorumluluk olarak görüyorum…

  • Devlet içinde devlet olmaya kalkışan hiçbir zihniyete  izin verilemeyeceği gibi; devlet imkanlarını sadece kendi çevresinin kullanımına açmaya çalışan, ayrımcılık yapan, hakça ve adilce bölüşmeye yanaşmayan  yöneticilere de müsaade edilemez!...
  • Mülkiyeti ve tescili şahsımıza ait olsa da sahip olduğumuz her varlık üzerinde, devletin tasarruf hakkı her daim saklıdır…
  • Ancak; devlet bu yetkisini hukuksal çerçevede ve olağanüstü hallerde  kullanabilir…

Anayasa dediğimiz metin, ülkeyi kurarken hepimizin altına imza attığı toplumsal bir sözleşmedir…

Devlet adına yetki kullanan hiçbir organ, anayasaya aykırı düşecek kararlar alamaz… Anayasayı görmezden gelemez!...

Olağanüstü hal durumu, seferberlik ve savaş hali  ayrıntılarıyla yazılıdır orda!...

Bir kararın kanuni olması, onun hukuki olduğu anlamına gelmez…

Anayasa Mahkemesi dediğimiz organ bu durumu denetlemek için vardır…

Ülkemiz  şu anda çok zorlu şartların içinden geçiyor…

Ekonomik olarak yaşadığımız dar boğaz, büyük depremlerle birlikte   içinden çıkılamaz bir hale geldi…

Ardından Rusya-Ukrayna Savaşı… Savaşın getirdiği enerji ve gıda krizi…

Ve tabi ki, pandemi döneminin tüm dünyayı içine soktuğu buhran da cabası…

Şimdi; ortada bir sıkıntı varsa, o sıkıntıyı herkes, hep birlikte eşit olarak paylaşmalı…

Zarar sadece güçsüzlere ve  kimsesizlere ödettirilmemeli!...

Ülkemizde,  emekliler başta olmak üzere dar gelirli kesimin yaşam standardını düşürerek,  yükün çoğunu onların sırtına yükleyerek çözüm aramak ne kadar doğru?

Ülkenin yarısının, kira ve market fiyatlarıyla boğuşurken, diğer yarısının lale devri modunda yaşatılması ne kadar adil?

  • Motorlu taşıtlar vergisini ödemiş olandan tekrar aynı vergiyi istemek,
  • Lüks tüketim ve ithal mallar yerine, temel geçim maddelerinden alınan KDV’yi artırmak,
  • Kanunlardaki aylık bağlanma oranlarını hiçe sayarak, emekli ve çalışan maaşları arasındaki makası hukuksuz bir şekilde  açmak,
  • Yüzde 400 yıllık kar oranı açıklayan bankalara ve finans şirketlerine dokunmamak,
  • Tam aksine, Merkez Bankası politika faizini düşürerek onlara % 8 faizle para vermek,
  • Onlarında yüzde 8 faizle aldıkları bu parayı, yüzde 50 faiz ile vatandaşa borç vermelerine rıza göstermek,
  • Zenginin ihtiyaç fazlası parasını “kur korumalı” sistemle  üçe-dörde katlamasını sağlamak,
  • Kamu alacaklarını yüzde 100’ü geçen yeniden değerleme oranıyla güncellerken, kamu ödemelerinde buna uymamak,
  • Piyasayı yükseltmek amacıyla bilinçli bir şekilde satılmayan, kiraya da verilmeyen boş daireler hakkında işlem yapmayıp, buna karşın, sadece kira geliri ile geçinenleri yıllık yüzde 25 ile kısıtlamak,
  • Serbest piyasa kurallarının arkasına sığınıp, gerçekte maliyet artışı olmayan bir çok ürün ve hizmette fahiş fiyat uygulayanları ve vatandaşı bu haksız fiyatlarla sömürenleri sadece kuru tehditlerle geçiştirmek…

Yanlıştır, eksiktir, hatalıdır…

Konuyu bilenlerin duruma sessiz kalmaları da  sorumsuzluktur…

Devlet adına alınabilecek tedbirler böyle olmamalıydı…

Kemer sıkma, kamu maliyesinde disiplin elbette şarttır…

Ama bir taraftan ücretlilerin gelirini yükseltirken, diğer taraftan vergi, harçlar ve tüketici fiyatlarıyla giderlerini daha fazla artırarak denge oluşmasını beklemek mantıklı mı?

Gelişmiş ülkeler bütçe açıklarını bizdeki gibi dolaylı vergilerle, tüketim yoluyla kapatmazlar…

Oralarda kurumlar vergisi, bütçe açığını kapatmada kullanılan en büyük araçtır…

Dolaylı vergilerin en önemli  vergi kalemi görülmesi, kazananlardan  değil, tüketenlerden daha çok vergi alınması  adaleti bozar…

Marketten 1 lira 75 kuruşa aldığınız suyu,  havaalanında veya turizm bölgelerinde size 50 TL’ye satan adamla aynı vergiyi vermek kimyanızı bozmuyor mu?

Memlekette “görünmeyen karteller” oluştu maalesef!…

Ne devleti, ne de vatandaşı dinliyorlar…

Şunu da söylemezsem olmaz:

Diğerleri “vatan ve milletin bekası” ile susturulurken; onlar siyasetin gölgesinde, siyasetçilerle birlikte “gül gibi geçinip” gidiyorlar!..”