Siz de fark ettiniz mi bilmiyorum; bu aralar ruh sağlığı sorunu yaşayanların sayısı ciddi bir şekilde artmaya başladı…

Hastanelerden randevu almaya çalışırken bile bunu görmek mümkün…

Yediden yetmişe her yaştan hasta, psikiyatri kliniklerinin kapısında yığılı… Sıra bulmak öyle zor ki!..

Özellikle çocuk hastaların sayısındaki yükseliş, bir tek benim mi  dikkatimi  çekiyor acaba?

Şakası bir yana, bu gidişle toplum tümden delirmeye başlamaz inşallah!

İnsanı yöneten iki güç vardır… Biri aklı, diğeri de duyguları…

Bunlar insanın içinde birbiriyle sürekli savaşan kurtlardır aslında…

Eğer, mücadeleden zaferle çıkan akıl olursa sorun yok!...

Ama duyguların aklı mağlup ettiği durumlarda kesinlikle endişelenmek lazım…

Çünkü aklın tekrar ayağa kalkamaması söz konusu olabilir!...

Yanlış bilinen bir husus var:

-          İnsanlar duygularını değil, duygular insanları yönetir!...

Duyguların esiri olmamak için, insan kişiliğinin çok güçlü olması lazım…

Kişiliği güçlü kılan şeyin başında ise “akıl” gelir…

Aklı olmayan ya da aklını kullanamayan insanların kimliği vardır ama kişilikleri yoktur…

İpleri kimin elindeyse onların mahkumu gibi yaşarlar…

Kişilik dediğimiz şey; bireyin fiziksel, sosyal, duygusal ve zihinsel özelliklerinin toplamından oluşur…

Diğer insanlara karşı nasıl davrandığımızı, onlarla ne çeşit bir iletişim kurduğumuzu, nasıl düşündüğümüzü ve duygularımızı nasıl ifade ettiğimizi belirleyen faktördür kişilik…

Düşüncelerimizin, korkularımızın, umutlarımızın, tepki ve davranışlarımızın, hatta rüyalarımızın bile kaynağı kişiliğimizdir…

Kişilik öyle aktif bir enerjidir ki; hayatımızdaki stresin yoğunluğunu da, fiziksel sağlığımızı da o belirler…

Özetle; bedensel, ruhsal ve zihinsel olarak bizi diğerlerinden ayıran; dünya üzerinde bizi “eşsiz” kılan şeydir kişilik!...

Duygusal yönümüz fıtrattandır… Kızmamız, öfkelenmemiz, acımamız, korkmamız, neşeli veya sıkılgan olmamız yaratılış özelliğimizden gelir…  

Ve toplamına “huy” deriz bunların…

Tüm bu özellikleri;  başta ahlak olmak üzere  aldığımız “karakter eğitimi” aracılığı ile yönetebilir hale geliriz…

Huylarımızın kalıtsal bir tarafı olsa da; sosyal öğrenme, kültürel etkileşim ve kendimize özgü yaşam tecrübelerimizle onları baskılamamız mümkündür…

Bu çabalara “kişilik geliştirme” diyoruz…

Olgunlaşmış bir kişiliğin üç temel göstergesi vardır:

-          İnsanın kendi kendini yönetmesi,

-          Toplum içinde iş birliği yapması,

-          Kendi kendini aşması…

Bilinç dışı otomatik tepkilerimizi, yani huylarımızı ve alışkanlıklarımızı, eğitim yoluyla kolayca bilinçli davranışlara dönüştürebiliriz…

Akla ihtiyaç duyduğumuz yer tam da burasıdır zaten!...

Zihinsel ve bedensel yeteneklerin açığa çıkarılmasına, kişinin belirli ilişkileri kavrayabilmesine, olayları analiz edebilmesine, krizler karşısında çözüm üretip sonuca varabilmesine imkan sağlayan yegane güç akıldır…

Zekamız, öğrendiğimiz şeyler aracılığı ile kişiliğimizi doğrudan etkiler…

Bilim adamları, kişiliğin yedi parçasından söz ederler… Bunların üçü, belli bir oranda hayvanlarda da bulunan dürtülerdir aslında…

-          Çevreyi keşfetmeye çalışma, zarara uğramaktan kaçınma ve başkalarının desteğine ihtiyaç duyma…

Aklını henüz kullanamayan bebeklerde bile bu çabalar vardır…

Fakat karakteri asıl şekillendiren diğer dört parça, tamamen aklı kullanmayla alakalıdır!

Kişinin kendisine değer vermesi, başkaları üzerinde bir etkisi olduğuna inanarak yaşaması, kendine özel amaçlar belirleyebilmesi ve başkaları olmadan da kendi kendini yönetebileceğini keşfetmesi, kişiliğin olmazsa olmazıdır…

İşbirliğine açık hale gelmek, başka insanları anlamaya çalışmak, duygudaşlık ve empati geliştirmek de işin kaymağıdır…

Nihayetinde insanın kendini aşıp, yaşamın anlamına, dünyanın kurgusuna  ve maneviyata ilgi duyarak zihnini geliştirebilmesi karakter oluşumunun son noktasıdır…

Kişiliği zayıflatan, karakteri düşüren, aklı kullanmayı askıya aldıran…

Ez cümle, tekrar başa dönersek; “ ve milleti bu kadar delirten nedir o halde?” diye sorarsanız; size,

-          Aklı terk edecek derecede aşırı duygusallık, başkasından ödül bekleme ve başkalarının onayına bağımlılık hali ile, 

-          Bu sosyal bağımlılık halinin sürekliliği diye cevap verebilirim…

İnsanın kimyasını bozan ve hormonal dengesini çökerten modern alışkanlıklarımızı masaya yatırmanın zamanı geldi artık…

Medya kanallarıyla topluma empoze edilen baskın kişilikler zamanla diğer bireylerin kişiliğini de bozuyor!.. Algılama, yargılama ve düşünme kanallarını ele geçiriyor…

Heraklitos’un dediği gibi “karakter insanın kaderidir…”

İnsan ancak, karakterine göre hareket eder ve karakteri kadar düşünebilir…

Tabiat ve terbiye arasındaki ilişki, adeta yazılım-donanım ilişkisi gibidir…

Şayet, donanımınıza uygun yazılım yüklemezseniz, bir süre sonra o donanımı da bozarsınız!...

Yaşadığımız “ruh sağlığı” sorunu, bundan daha açık nasıl izah edilebilir, inanın bilmiyorum…