28 Şubat\'a herkes kendi işine gelen pencereden bakıyor. Öyle olunca herkes bir bakıma haklı; çünkü insanlar kendi penceresinden gördüğünü söylüyor.

Ama aynı zamanda herkes meselenin bir kısmını mercek altına yatırdığı için eksik bilgi ile hareket ediyor. Aslında insaf ölçülerini unutmadan herkes kuşatıcı bir ufuk turuyla konuya yaklaşmalı. Aksi takdirde başka haksızlıklara göz yumulmuş olur.

Demokrasiye müdahalenin meşru gerekçesi olamaz

28 Şubat, demokrasiye doğrudan yapılmış bir müdahaledir ve suç işlenmiştir. Tıpkı diğer darbeler gibi 28 Şubat\'ın da meşru bir gerekçesi olamaz. Öyle bir gerekçe hazırlayanlar hata yapıyor. Çünkü demokrasilerde yanlışlar süngülerin gölgesinde düzeltilemez. İktidarları halk seçer, halk değiştirir; bu kuralın dışında yapılan her müdahale külhanbeylik ve kabadayılıktır. 28 Şubatçılar bu fütursuzluğu -nasıl olsa bin yıl sürecek- diye yapmışlardır. Hak hukuk gözetilmemiş, kanun çiğnenmiş, psikolojik harbin her metodu uygulanmıştır. \'Ülke elden gidiyor\', \'rejim tehdit altında\' gibi kara propagandalar darbe teşebbüslerini makul hale getiremez.

Siyasîler daha basiretli davranmalıydı

Maalesef o günlerin siyasî aktörleri (sadece iktidardaki koalisyon partileri değil, muhalifler de) büyük bir hata yaparak darbecilerin işini kolay yapmasını sağlamıştır. Darbecilerin yaptığı meşru değildir, olamaz da! Lakin o günler siyasîlerce kötü yönetilmiştir. Libya\'ya gitmeye de, Kaddafi\'nin çadırında aşağılanmaya da gerek yoktu mesela. İyi niyetli olunsa bile o günkü ağır şartlar altında Başbakanlık\'ta iftar verilmesi de doğru değildi. Sincan\'da düzenlenen o malum program, provokasyoncuların ekmeğine yağ sürmüştü. Başbakan\'a en galiz hakareti kameralar karşısında yapan bir subaya haddini bildirmemek yanlıştı. 160 küsur subayın irtica suçlaması gibi uyduruk ve iftiraya dayalı mazeretlerle ordumuzdan atılma kararını imzalamak büyük vebaldi. O günün hükümeti bu konularda hata üstüne hata yaptı. Keşke yapmasaydı! O hatalar askerin müdahalesini meşru hale getirmez; ancak 28 Şubat konuşulurken bazı gerçeklerin perdelenmesine de gerek yok..

Halka gitmek, cuntaya ders vermek içindir

Bir hükümet üst üste büyük hatalar yapar; daha kötüsü ipleri cuntacıların eline teslim ederse o hükümete aydınlar neyi tavsiye etmeli? Belli ki adamlar kışlalarından çıkmış gümbür gümbür geliyor; Susurluk hadisesinde suçüstü yakalananlar bile \'fasa fiso\' söylemi yüzünden zeytinyağı gibi üste çıkmış. Sekiz saat süren MGK toplantısında korkunç kararlara İslamî hassasiyeti olan bir hükümetin üyeleri bile imza atmış; atmak zorunda kalmış. İşler iyice zıvanadan çıkmış, darbenin siyasî muhatapları gerekli dik duruşu sergileyemiyor; ülkesini seven aydınlar o gün ne önerebilir?

Hükümeti iş yapamaz hale getiren silahlı güçler yetkilerini aşıp demokrasiye adım adım müdahale ediyorsa siyasetçi çıkıp demeli ki: \'Ey halkım, ben seni temsilen icraat yapıyordum; lakin benim görev yapmama müsaade etmiyorlar. Sandığa gidiyorum, şayet bana yapılanları sen de yanlış buluyorsan bana destek ver.\' İşte o zaman kahraman olurdunuz... Darbecilerin ödünü koparan ve kirli oyunu bozan hamle erken seçimdir. Merhum Menderes seçime gitseydi onun canına kıyan caniler halktan şamar yiyecekti. 27 Nisan bildirisine karşı gereken cevabı veren AK Parti sadece demokrasinin de onurunu değil; kendi itibarını da korudu. Hükümet 367 kilidini açamayınca halka gitti; oradan yüzde 47\'lik bir zafer çıkmasaydı asker kışlasına çekilmezdi.

Hocaefendi\'nin tavsiyesini doğru anlamak gerekiyor

Ülke darbe ortamına sürüklenirken cuntacıların sonuç alacağını gören bir kısım aydınlar önemli uyarılarda bulundu. Fethullah Gülen Hocaefendi\'nin uyarısı antidemokratik güçleri desteklemek için değil; onların menfur planlarını erken davranıp bozmak içindi. Hocaefendi\'nin hükümeti uyarmasını bazı art niyetli yorumcular askere destek ya da askerle işbirliği gibi yorumluyor. Tam tersine! O günkü tavsiyeler demokrasinin ayakta kalabilmesi içindi. O tavsiyeye vaktinde uyulsaydı \'post-modern darbeciler\'in hevesi kursağında kalacaktı. Ne var ki o gün de bugün de bu önemli uyarıyı bazı çevreler anlamadı; belki de anlamak istemedi. Hâlbuki perşembenin gelişi çarşambadan belliydi; hükümet erken hamle yapıp halkı hakem haline getirseydi darbecilerin suratında milletin şamarı patlayacaktı. Üstelik yanlış kararlara imza atmak zorunda kalınmayacaktı.

Medyanın rolünü bir kişiye indirgemek yanlış

28 Şubat darbesi, psikolojik harp taktikleriyle yapılan bir korkutma ve sindirme harekâtıdır. O yüzden en görünen aktörü medyadır. O günkü yargı da sivil toplum görünümlü örgütler de askere tam teslim olmuş ve esaretin bedelini ödemiştir. O gün etkili olan medyayı cuntalar rehin almıştır. Manşetleri generaller atmış, basının bir bölümü tamamen tutsak alınmıştır. Bugün medyanın, 28 Şubat\'taki günahı yüzünden sorgulanması gayet tabiidir. Ancak buradaki hataları birkaç isme indirgeyerek adeta her şey onların üzerine yıkılmaktadır. Mesela Doğan Grubu yetkilileri, o dönemde yanlış ve üzücü bir yayın politikası izlemiş, pek çok hataya imza atmıştır; lakin bunların faturasını Aydın Doğan\'a kesmek ve onu adeta linç etmek de yanlış. Bilinenin tam aksine Aydın Bey kimi zaman büyük bir direniş de göstermiştir. Mesela o dönemin kudretli generali, Doğan Grubu\'na gelip yazarları topyekûn aydınlattığında(!) komutana methiye dizenler olmuştu. Şimdi o övgücülerin adı bile zikredilmiyor bugünkü tartışmalarda. Halbuki o malum görüşmelerde hakperest yorum yapan bir düşünce insanına tek destek veren kişi Aydın Doğan\'dı; bunu görmezden gelmek hata olur kanısındayım. Harp Akademileri\'ne gidip \"Siz sarıklı Müslüm\'cülerden korkmayın, kravatlı tarikatçılar daha tehlikeli!\" diye konuşma yapan ve müdahale edilmesi gerektiğini telkin eden gazetecilerin ismi bile geçmiyor bugünkü tartışmalarda. Neden acaba?

Esas zararı sivil toplum gördü

28 Şubat sadece siyasî partileri mağdur eden gayr-ı meşru bir müdahale değildir. Sivil toplum (özellikle İslamî camia) o korkunç psikolojik harekâttan zarar gördü. Sanki onlar hiç mağdur olmamış gibi meseleyi sadece siyasî mağduriyete hamletmek hatalı bir analizdir. Tarihe yanlış not düşmeye gerek yok ki!..

O günden sonra belini doğrultamayan topluluklar oldu. İmam hatipler kapatıldı. Bazı Kur\'an kurslarının kapısına kilit asıldı. Eğitim kurumlarında müfettişler mesken tuttu. Öğretmenlere, öğrencilere hatta velilere baskı yapıldı. Başörtüsü zulmü dayanılmaz boyutlara taşındı. Tabii ki bu hadiselerin yaşanmasından birinci dereceden cuntacılar sorumludur; ancak o günkü basiretsiz politikaları da eleştiriye tabi tutmak boynumuzun borcudur. Doğru hamleler yapılmalı, gereken cesaret gösterilmeliydi. 27 Nisan muhtırası böyle atlatıldı. Darbecilerin doğrudan muhatapları olan hükümet dik duracak ki sivil toplum da işgüzarlık yapıyor pozisyonuna düşmeden onun yanında yer alabilsin.

Daha söylenecek çok gerçek var ama bazı dostların tahammül sınırını kestirmek çok da kolay değil. Bu kadar tahammül sınavı yeter sanırım; en azından şimdilik...

Taraf, yanlış yapıyor

Eğriye eğri, doğruya doğru; Taraf Gazetesi son yıllarda çok cesur gazetecilik yaptı ve Türkiye\'nin bugün geldiği noktaya büyük katkı sağladı. Somut bilgi ve belgeye dayalı haberleri korkusuzca neşrederek basın tarihimizde önemli bir yer edindi. Bu çerçevede ne kadar takdir edilse azdır... Lakin son dönemde Wikileaks belgelerini basarak, gazete büyük risk alıyor. Çünkü yayınladığı şeyler somut bilgi ve belgeye değil dedikoduya, yalana, yanlışa; hatta iftiraya dayanıyor. Eğer Amerika\'nın istihbaratı bu kadar çapsız adamların, bu kadar pervasız palavralarına dayanıyorsa bu modern imparatorluğun işi bir hayli zor. Her neyse. Onu Amerika düşünsün. Bizim derdimiz gazetecilik.

Yayınlanan haberler çok net bir gerçeği ortaya çıkardı ki Stratfor\'a rapor yazan kişiler hem somut bilgi hataları yapıyor hem cahilce yorumlarda bulunuyor. Bu kadar feci hatalar içeren dedikodulara \'belge\', \'bilgi\' muamelesi yapmak hataya ortak olmaktır. Bazı bilgilerin ya da öngörülerin cehl-i mürekkepten kaynaklanmadığını; daha kötüsü, kirletilmiş bilgiler eşliğinde manipülasyon yapıldığını düşünüyorum. Bu kadar açık bir gerçeği Taraf\'ın görmezden gelmesini, o uyduruk tespitlere itiraz eden herkese sert cevaplar yetiştirmesini doğru bulmuyorum. Onca çapsız dedikoduyu yayınladıktan sonra mağdurların açıklamasına yer vermek gazeteyi kurtarmaz.

Taraf, itibarını sadece cesaretiyle elde etmedi; aynı zamanda yayınladığı belgelerin somut haber unsurları barındırmasından dolayı bir ağırlığı vardı. Şimdi o ağırlık gazetenin üzerinden kalkıyor. Keşke bu gerçeği gazete yönetiminin ortak aklı da görebilse...

(ZAMAN)