Önce hatırlayalım: Artık "Şike Yasası" olarak anılmaya başlayan "Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair" kanun (No. 6222) 31 Mart 2011'de Kulüpler Birliği'nin lobisi ve partilerin mutabakatıyla kabul edildi.

Kanun uyarınca temmuz ayında başlatılan kovuşturma kapsamında "suç amaçlı örgüt kurmak, örgüt yönetmek, şike yapmak" suçlamalarıyla çok sayıda kulüp ve federasyon yöneticisi, teknik direktör ve futbolcu gözaltına alındı; bunlardan başta Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım olmak üzere bir bölümü tutuklandı.

Futbol Federasyonu, UEFA'nın baskısıyla FB'nin Şampiyonlar Ligi'ne katılmamasına karar verdi; Beşiktaş Kulübü de, Türkiye Kupası'nı yargılanan üyeleri aklanıncaya kadar iade ettiğini açıkladı. Söz konusu kanun 24 Kasım'da yine Kulüpler Birliği'nin lobisi, yine iktidar, ana ve yavru muhalefet partilerinin oylarıyla değiştirildi; suçların niteliği ve verilecek cezalar hafifletildi.

Futbolda temizlik bekleyen kamuoyunda büyük tepki doğdu. 3 Aralık'ta savcılığın hazırladığı iddianame açıklandı. 5 Aralık'ta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, suç ile ceza arasında denge gözetilmediği, "kişilere yönelik özel bir düzenleme olduğu intibaını uyandırdığı" gerekçesiyle 6250 sayılı yasayı yeniden görüşülmek üzere Meclis'e iade etti. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bakanlar Hayati Yazıcı ve Taner Yıldız, Cumhurbaşkanı'na hak verdiler. İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi, 9 Aralık'ta iddianameyi kabul etti. Ne var ki, medyaya yansıdığı kadarıyla bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla iktidar partisi grubu yanı sıra ana (CHP) ve yavru (MHP) muhalefet partilerinin oylarıyla 6250 sayılı yasa 12 Aralık'ta harfine dokunulmaksızın aynen kabul edildi.

Cumhurbaşkanı yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmayacağı işaretini verdi. 16. Ağır Ceza Mahkemesi de tutuklu sanıklardan 8'ini tahliye etmekte gecikmedi. Futbol Federasyonu'nun şahıslarla ilgili disiplin cezalarını hemen, kulüplerle ilgili olanları sezon sonunda uygulayacağını açıklaması üzerine, Kulüpler Birliği'nde "küme düşme" cezasının kaldırılması önerisi ortaya atıldı; buna bir tek Galatasaray kulübü itiraz edeceğini açıkladı.

Bu yaşananlardan sonra Türkiye'de siyasetle ilgili olarak benim aklımı kurcalayan sorular esas olarak şunlar: Birbirleriyle hemen hemen bütün konularda gırtlak gırtlağa gelen, birinin ak dediğine ötekinin kara dediği, birbirleri hakkında akıl almaz suçlamalar yapabilen iktidar ve muhalefet partileri nasıl olur da siyasetin kamuoyunda bu denli yıpranmasına yol açan bir yasa değişikliğinde ısrar için aynı cephede buluşabilir?

Diyelim ki, verilecek cezalara tepki gösterecek futbol kulüplerinin ve taraftarlarının oy desteğini kaybetmek hiçbirinin göze alamayacağı bir risktir... Diyelim ki, özellikle Başbakan Erdoğan'ın iki yıl sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu yüzden oy kaybetmeye tahammülü yoktur...

Peki, bütün bu partiler ve özellikle Sayın Başbakan şike yasası değişikliğinin arkasında durarak, gerçekte kendilerini kazanacaklarından çok daha fazla oy kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmadılar mı? Futbol seyircileri ve taraftarları arasında, futbolun şike ve her türlü karanlık faaliyetin alanı olmaktan kurtarılmasından yana olanlar, ne pahasına olursa olsun kulüplerine dokunulmamasını isteyenlerden kat be kat daha fazla değil midir?

İktidar partisi bu konuda sergilediği çatlakla yıpranmadı mı? Ana ve yavru muhalefet partileri yasa değişikliğine karşı çıkarak, bunun bütün vicdanî sorumluluğunu iktidar partisi üzerine yıkma fırsatını acaba niçin göz göre göre kaçırdı? Tabii bunların hepsinden önemlisi, akla getirmek dahi istemediğim soru şu: Türkiye'de siyaset futbolu bunlardan temizleyemeyecek kadar karanlık ilişkilerle, suç örgütleriyle, mafyayla iç içe mi geçmiştir? Futbolun pisliklerden arındırılması, geçen gün Ayhan Aktar'ın (Taraf, 12 Aralık) yazdığı gibi, ancak UEFA'nın yaptırımlarıyla mı hayata geçebilir?