Sevgili Okurlar,

Sizlere büyük bir merak ve duygu seli ile izlediğim bir filmden yola çıkarak seslenmek istiyorum. ‘Before the night falls’ isimli (Karanlıktan Önce) film Kubalı şair Reinaldo Arenas’ın hayatını konu alıyor. Arenas, 1943-1990 yılları arasında yaşamış çok yalnız ve ıssız bir ruh..

Filmin ilk sahnelerinde, sadece annesini tanıyarak büyüyen, küçücük bir köyde doğan Reinaldo’nun yanlızlık, ilgisizlik ve acı içinde, sevgiden mahrum bebekliğini görüyoruz. Arenas’ın ergenlik döneminde Havanas’a taşınan annesi ile Arenas, yazma kabiliyetini gösterme şansı buluyor ve  yaşam zevki ile pekçok eser ortaya çıkarıyor. Bu noktada, eserleri gibi, cinsel kimliğini de ortaya çıkarmaya çalışır Arenas. Entelektüel bir topluluğun içinde eserleri, bilgisi ve tüm kimliği içinde var olmayı başarır. Homoseksüel kimliğini yaşarken, içinde bulunduğu Küba’daki Kominist Hükümet ile 1967 yıllarında başı derde girmeye başlar. Ülke sınırları dışında yayınladığı eserleri yüzüden ‘ideolojik’ fikirleri yüzünden hapise atılır.

Hapis serüveni öncesinde ise, 1967 yılında Havanas’a taşınan Arenas’ın  24 yaşında ilk romanı basılmış olur. (Singing from the Well). İlk romanında adeta kendi çocukluğunu anlatan yazar, kasaba ortamında zorlu koşullarda büyüyen bir çocuğun öyküsünü anlatır. Bu çocuk aynen kendisi gibi sadece hayal kurarak hayatını devam ettirebilmektedir.

Bu esnada 1960lı yılların ortalarında Castro rejimi homoseksüelleri onaylamamaktaydı. Dolayısı ile Reinaldo Arenas bu ortamdan ve devrimden uzaklaşmaya başlar. Yazılarında  kendisini rahatlıkla ifade edebilmesi de ‘antidevrimsel’ bulunmaya başlar. Romanındaki özgür ifade tarzı ve devrim ile ilgisiz bir içerik, rejim taraftarları açısından beğenilmez ve sansürlenir.

Belirli bir süre sonunda ise, yazarın adada eserlerinin basımına izin verilmez ve gizlice yurt dışına çıkardığı eserler ile de, yazar özellikle Avrupa ve Latin Amerika’da saygı ile takip edilir. Bu zaman zarfında ise, Arenas, Havanas’ta hayatına devam edebilmek için garip ve enteresan işler yapmaya çalışmaktadır. Sonunda Arenas 1980 yılında adadan kaçarak, Amerika’ya gidebilir.

Amerika Birleşik Devletlerinde New York’a yerleşmesinin ardından, özgürlüğüne adeta ilk kez kavuşan bir kuş misali, Arenas harika eserler ortaya çıkarır. Pek çok kısa hikaye, şiir, makale, gazete yazısı ve romanlar Reinaldo’nun ürünleri olur. Onun için yazarın kendisini tamemen özgür ifadesi herşeyden önemlidir.
7 Aralık 1990 yılında, Aids hastalığına yakalandığını öğrenmiş olan Reinaldo intihar eder. Miami’de bulunan bir İspanyol gazetesi için yazdığı veda mektubunda, ‘Benim mesajım mücadele ve ümittir, asla yenilmek değildir. Küba özgür olacaktır, ben zaten şimdiden özgürüm!’ ifadelerini kullanır. 

Pekçok Latin Amerikali yazar gibi Arenas’ta edebi eserleri ile politikayı birlikte sunmuştur. Özellikle Castro’nun rejim anlayışını oldukça sert eleştiren Reinaldo Arenas, bu eleştirilerini ayrıca cinsel kimliğini, yani homoseksüelliğini rahatça yaşayamamasına da yönlendirir. Cinsel kimliği yüzünden cezalandırılıp hapise atılmasıdır yazara en ağır gelen.

Bu noktada Arenas, kişilerin cinsel kimlik tercihleri ne olursa olsun, kişilerin değerini ve içsel kabul noktalarını ortaya koyar her zaman.

İşte bu şiirsel film sayesinde Arenas’ın otobiyografisi niteliğinde olan ‘Before the night falls’ ( Karanlıktan önce) yi okumuş oluyoruz adeta.

Film bittiği zaman pekçok duygu ile sarmalandığımı hissettim. İlk sahnelerde tüm masumiyeti ile dünyaya gelen ince, zarif ve hassas ruh Arenas, sadece kendisi olabilmek için, sadece kendisini tüm saflığı ile ifade edebilmek için nasıl da çok uğraşmış ve ne büyük bir mücadele vermişti! Gözlerim doldu, yine ilk sahnelerde açlıktan toprağı yemeğe kalkışan bu yalnız ruhun macerası… Nasıl bir yolculuk, acı içinde geçen günler ve gelen hazin son! Korku dolu, işkence ile geçen günler sonrasında yine de yaratım gücüne sahip çıkan Arenas için, kalbimden sevgi dolu bir kabulleniş gönderdim. Onu olduğu gibi kabullenip destekleyen bir enerjiyi hayatı boyunca belki de hiç hissedememiş olan ruhunu sevgi ile andım! Ama son duygumu yine olumluyu seçerek hissettim, yazarın kendi  mesajları olan ‘özgürlük ve umut’ duygularının varlığına ve onları hissedebiliyor olmama şükür ettim!