Afganistan’ın emperyalizmle en uyumlu, kukla figürlerinden eski  devlet başkanı Burhaneddin Rabbani’nin,  girilmesinin pek de kolay olmadığı  söylenen evinde,  suikaste  kurban gitmesine pek bir şaşırıldı. Hem ABD’lilerin, hem de kukla Afganistan hükümetinin inanılmaz  güvenlik önlemleriyle korunan evinde Rabbani  nasıl  öldürülebilirdi böyle kolayca?  Sorulan bu.

Hemen belirteyimki, Rabbani’nin öldürülmesini, ülkedeki kabile savaşlarının bir sonucu gibi görmek isteyenler yanılgı içindedirler, çünkü bu kez, emperyal güçlere karşı yine herhangi bir itirazı olmamakla birlikte, artık ülkedeki dinamiklerin devreye  girmesini savunan, bu amaçla da kabileler arası ilişkileri düzeltmek amacıyla bir de konsey kuran Rabbani’nin ortadan kaldırılması kabile savaşlarından medet uman emperyal   güçlerin işidir. Bu kesin.  

İşin bu tarafı elbette, belki de daha çok konuşulmaya değer önemdedir ama beni , bu   olaydaki  bazı  küçük ayrıntılar çok daha fazla ilgilendirdiği için bir başka yerden meseleye değinmeyi uygun gördüm.  

Rabbani’yi  öldüren iki intihar bombacısı, Taliban militanı  oldukları   söyleniyor,  suikasti sarıklarına  sakladıkları  bombayla  gerçekleştirmişler, haberlere  göre. Ben  Sarık’ın  suikastte oynadığı  işte bu  rolü, rol dolayısıyla güven denen kavramın ne kadar kaygan zemin üzerinde bulunduğunu anlatmayı  deneyeceğim.

Bir peygamber  sünneti   olan  sarık,  özellikle Afganistan gibi toplumlarda  çok  saygı  gören dini sembollerdem biridir. Islami literatürde  ondan “müminin taçı ” diye  söz edilmesi boşuna değil.  Sarık üzerine bina edilmiş  onlarca davranış biçimi var. Hepsinde öne  çıkan  ortak nokta, bu peygamber  sünnetine  saygdır elbette. Işte iyi bir inanmış  olduğu bilinen Burhaneddin Rabbani  peygamber  sünnetine  olan bu saygısının  sonucu elden bıraktığı  belli  olan tedbirsizliğinin kurbanı   oldu .

Suikastçının  sarığın Afganistan’da her kapıyı  açaçağını  bilmesi çok  önemli. Bunu bir gayri müslimin anlaması  elbette kolay değil. Dergahına  sarığıyla  gelen birinin, hele de  sarığını ne var ne yok diye kontrol etmek  cüret işidir. Bu cüreti de kimse göze alamaz. Rabbani  de almamış zaten.

O iki Taliban için, Sarık’ın bir kalleşlik  silahına dönüştürüldüğünü görüyoruz. Beni  ilgilendirmemekle beraber, bu tür ritüelleri  gerçek yaşamın  önüne koyarak, kendisi gibi düşünmeyenlere hayatı  zehir edenlerin, yeri geldiğinde inançlarını, inançlarının sembollerini nasıl heba edebildiklerini görmek açısından ilgimi çekti bu durum.  Inançlarının ritüellerini,  sembollerini, kendi  amaçları  için her kapıyı  açan bir maymuncuk haline getirmekten çekinmeyen bu adamların, dünyaya nizam(!) verme kavgaları , kendi gibi düşünenlere karşı  bile her türlü  kirli yöntemi  kullandıkları için, dünyanın en  sahte kavgalarından biridir. Hile üzerine, desise üzerine, şike üzerine kurulmuş bir kavgadır bu, kimilerinin de buna kutsal demiş  olmalarının bir kıymeti harbiyesi yoktur. Kaldı  ki, elbette emperyal gücün tezgahıdır ama bu tezgahın parçası   olan  suikastçı  belli ki müslüman. Rabbani ’nin öldürülmesinin davasına bir faydası   olmayacağını bilmesini değilse de kendisine bunu yaptıranların niyetlerini anlamasını  az da  olsa bekliyor insan. 

Hiç  de akıl, zeka gerektirmeyen eylemi  yapan  o iki suikastçının engelleri sarıklarına  olan saygıyla asarak  içeriye girip bomba patlatmaları, cennet vaadiyle cesaret sahibi kılınmış her çakalın yapabileceği bir iştir.

Bu ilk değil. Daha  önce Peşaver Aslanı  diye bilinen Ahmet  Şah Mesud adlı  mücahit komutanı  da kendisiyle söyleşi yapmaya gelen gazeteci kılıklı iki Taliban militanınca öldürülmüştü. Televizyon tabii ki islami  televizyondu söylemeye  gerek yok. Irak’ta  camii içinde kendini  patlatarak  onlarca müslüman kanı  akıtan kişi de o camiiye din kardeşlerinin kendisinden kuşkulanmayacaklarından çok emin olduğu için girebiliyor.  Bugün Irak’ta emperyalizme karşı  verilen bir islami mücadele var mı gerçekten? Varsa eğer bu nasıl mücadeledir ki, pazar yerlerinde patlatılan bombayla sadece Iraklı ölüyor habire. Irak’ta mücadele(!), Iraklı  polislerin bulunduğu karakolları  havaya uçurmaktan ibaret. Burnu kanayan tek bir işgalci  askeri yok adı  geçen ülkede. Çünkü, kendilerinden saydığı cemaatin içine ya da pazar yerine girerek Irak yoksulunu öldürmek, Rabbani’nin saygı duyduğu sarığa bomba koyabilmek çok daha kolay elbette. Kendinde olanı kabülleneceğini bildiği kişileri, kurumları  vurmak,  çoçuk oyuncağı, soysuz olduğu kadar.  

Beni  kim tarafından ya da kime karşı yapıldığı  değil, kalleşliğin kendisi ilgilendiriyor. Koca koca inanışların, bu kadar küçük insanlar yetiştirmiş  olmaları da meraklarım arasındadır.

Sarıkla yapılan tek iş bu değil tabii ki. Bombayı sarıkla gizleyebilenler, yıllarca sarıkla ABD uşaklığını da gizleyebildiler. Petrodolar zengini Suudi krallarının kefiyelerinin, sarıklarının altında  onca yılın uşaklığı  saklıdır. Afganistan Devlet Başkanı (!) Karzai’nin “geleneksel” motifler taşıyan pelerini, adı geçenin sadece omuzlarını  değil, her türlü  kirini örtmektedir. Ülkenin en büyük uyuşturucu kaçakcısıdır, malum. Ne kadar islami sembol varsa  gördüğünüz, bu  adamlarda, mutlaka kirli bir tarafı  kapatıyordur.

Ortadoğu  yoksulu nasıl  sarığı, pelerini kendisinden sayarak her şeyi kabülleniyorsa, Rabbani  de her  gelen  sarıklıyı güvenilir saymak da haklıdır.  O coğrafyanın  çocuğundan başka ne beklenirdi ?

Afganistan’daki işgal   gücünü  değil, bir zamanlar onlara fena halde teşne  olmuş da  olsa, son yıllarında uzlaşmacı  bir kişilik sergileyen Rabbani’yi ortadan kaldırmak nasıl bir cihad mantığıdır, anlamak zor benim açımdan.

“Müminin tacı”nda bomba taşıyanlar konulu karikatürleri  Danimarkalı  karikatürcüler değil, işte bu Rabbani’nin katilleri çizmişlerdir. O suikastçıların  sarığına bombayı  o karikatürcüler koymadılar. O tür kafalara neyin konacağını  başkaları  daha iyi bilir ayrıca.

Içinde beyin olmayan kafaya da herkes dilediğini koyar.

Dünya kadar  örneği  var, bakan görür.