- Dava tarihi: 31 Ağustos 2000...

-  Davayı açan: DGM... (Özel Yetkili Mahkemeler’in önceki hali).
-  Suçlanan kişi: Fethullah Gülen...
-  Savcı: Nuh Mete Yüksel.
-  Suçlama: Laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak.
-  Deliller: Kitaplar, kasetler, bilgisayar çıktıları, televizyon haberleri...
Bu davadan beraat etti Fethullah Gülen...
Nasıl mı beraat etti?
Nefis bir savunma metniyle...

* * *

İşte o savunma metninden bazı cümleler:
-  Kitap, kaset gibi yazılı ve görsel eserlerdeki düşünceler ile sosyal faaliyetler, yani düşünce ve inançlar suçlama konusu yapılamaz.
-  Bir kimse hakkında düzenlenen iddianamede somut delillerin ortaya konması gerekir. İddianamedeki isnatlar soyut değerlendirmelerdir.
-  Masumluk karinesi çok önemlidir. Hiç kimse kesinleşmiş yargı kararı olmadan suçlu ilan edilemez.
-  Şüphe altındaki kişiye yönelik suçlayıcı yayın, tutum ve kişilik haklarını ihlal edici davranışlar hukuka aykırıdır.
-  Üzerinde bazı teknik işlemler yapılarak sanığın çeşitli konuşmalarının tahrif edilmesiyle oluşturulan kasetler hukuka uygun delil kabul edilemezler.
-  Eğer kasetlerdeki konuşmalar özel sohbet ortamlarında yapılmışsa aleniyetin varlığından söz edilemez.
-  Kimliği belirsiz kişilerin hangi yöntem ve amaçla elde ettikleri belli olmayan bazı kasetlerin çeşitli tahrifatlar yoluyla kolaj metinler oluşturularak dava dosyasına sokulması hukuka uygun delil toplama usullerinden değildir.
-  Ses veya görüntü bantları manyetik kayıtlardır. Günümüzün teknik imkânlarında bunların üzerinde çok kolay tahrifat yapılabilmektedir.
-  Bilgisayar çıktıları kolaylıkla değiştirilebilir. Dosyada yer alan bilgiler ışığında bu verilerin kesinlikle dokunulmadan korunduğu ve tahrif edilmediği söylenemez. Ceza muhakemesinin en önemli ilkelerinden biri olan ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesi gereğince, bu konuda küçük bir şüphe dahi bulunsa mahkeme bunları delil olarak kullanamaz.
Yorum yapmayıp sadece şu soruyu sormakla yetiniyorum:
Nasıl? Gerçekten de şahane değil mi?

* * *

NOT: Gülen’in savunmasına göz atmayı akıl eden gazeteci “T-24” adlı internet sitesinden Doğan Akın’dır. Siteye girerseniz Gülen’in savunma metninin daha geniş bir özetini okuyabilirsiniz.


Namazımı da kılarım operama da giderim


Hükümet adım attı:
Düğün salonu, sinema, tiyatro, gar, opera, havaalanı, liman, metro istasyonu gibi yerlere mescit yapılacak.
Bu düzenleme tartışılıyor.
Tartışmanın odak noktasında ise “opera” var.

* * *

Ahmet Altan sordu:
“Ne yani? Cami cemaati opera dinlemeye mi başladı?”.
Bazıları cevap verdi:
“Evet, başladı. Mesela benim tanıdığım namazında niyazında çok operacı var”.
Tartışma bu düzlemde devam ediyor.

* * *

Hükümetin dini referansları arkasına alarak otoriter tonunu git gide arttırdığı bir gerçek.
Fakat “operaya mescit”, bunun bir örneği değil.
Bu örnekten “hükümetin sırtını dine dayayarak özgürlükleri kısıtlama çabası” çıkmaz.
Operaya mescit yapılarak kimsenin özgürlüğü kısıtlanmış olmaz.
En fazla “yersiz” denilir, en fazla “zorlama” denilir.
Ve geçilir.
“Vay efendim operaya mescit yapıyorlarmış, yandı gülüm keten helva” denmez.
Denirse “orantısız tepki kullanımı” söz konusu olur.

* * *

Tartışmaya “Müslümanlar da operaya gider” ya da “namazında niyazında çok opera severimiz var” cümleleriyle katılmak da abes.
Farz edelim ki operadan haz eden tek bir dindar bile yok.
Ve buna rağmen operaya mescit yapılıyor.
Ne var bunda?
Yapılsın. Ne olur ki?
Belki de bu zamana kadar “kültürsüz” falan diye hor görülen muhafazakârlar, opera binalarına mescit yaptırarak, “hem namazımı kılarım, hem de operama giderim” mesajı vermek istiyorlardır.
Bırakın versinler, ne zararı var bu mesajın?
Hem güzel bir mesaj değil mi bu?
Siz değil miydiniz dindarların bu alanlara da heves etmelerinden mutluluk duyacağını söyleyen, “melez desenler” falan diyerek bu tür heveslere güzellemeler yapan?

* * *

Yani demem o ki...
Ortada doğrudan yaşam tarzına saldırı diye nitelenebilecek onca olay varken, “operaya mescit” gibi habasetle uzaktan yakından ilişiği olmayan bir düzenlemeyi parmağa sarmaya gerek yoktur. Konuyu bir an önce kapatalım lütfen.


Cengiz Özkan atlanır mı?


Atlanmaz. Ama atladım.
Kalan Müzik konserini yazdım ama Cengiz Özkan’dan tek kelimeyle olsun söz etmedim.
Oysa konser sırasında Cengiz’in türküleriyle alıp başımı gitmiştim uzaklara.
Nasıl oldu bu iş, anlayamadım.
Belki de Cengiz’in olağanüstü tevazusu, müthiş çekingenliği, kendisini ön plana çıkarmaktan kaçma çabasıdır buna neden olan.
Malum devir, göze sokma devri.


Tüzmen / Ayaydın kavgası nasıl biter?


AK Parti’li Kürşad Tüzmen ile CHP’li Aydın Ayaydın arasındaki mesele bitecek gibi değil.
Yumruklar konuşuyor, raconlar kesiliyor, meydanlar okunuyor, kafalar atılıyor, “erkeksen çık” lafları havada uçuşuyor.
Her iki isim de ergen triplerinde...
Biri “bir tane vurdum, ne yapacağını şaşırdı” diye anlatıyor, öbürü “bizim oğlan buna bir vurmuş, yere düşmüş” diye...
Tüm toplum endişe içinde gelişmeleri izliyor.
* * *
Madem köşe yazarları da “barış”ın sağlanması için devreye girmeye başladılar.
O halde ben de elimden geleni yapabilirim.
Bu meselenin halli için bir önerim var:
Bir “akil adamlar kurulu” oluşturulsun ve bu kurul devreye girsin.
Akil adamlar kimlerden mi oluşsun?
Herkes kendi listesini hazırlayabilir.
Mesela ben 6 kişilik bir liste hazırladım bile...
Takdim ediyorum:
-  Mehmet Görmez (Diyanet İşleri Başkanı. “Ölümlü dünya” mesajını versin diye)...
-  Beşir Atalay (Açılım deneyimi nedeniyle)...
-  Gülben Ergen (Çocuksu gülümsemesi nedeniyle)...
-  Kadir İnanır (Racon kesme potansiyelinin yüksekliği nedeniyle)...
-  Ali Ağaoğlu (Bir ağalık yapar diye)...
-  Kamer Genç (Kavga başlatmayı bilenin kavga bitirmeyi de bileceği yargısından hareketle...)

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)