FOTOĞRAF: VEDAT BALTA

Bölgede hem ABD hem de Avrupa alanlarını yeni aktörlere zorunlu olarak terk ediyorlar. Yeni aktörler ise Brezilya, Rusya, Çin, Malezya, Endonezya ve Türkiye. Bence biz, Arap uyanışına siyasî boyutlarda baktığımız zaman yanıldık ve bunu anlamak için Mısır ve Tunus’ta yaşananlara bakmamız yeterli. Bu, strateji ile alakalı ve bütün süreç devrim yolundan uzak.
 

İsviçre doğumlu, Mısır kökenli akademisyen Tarık Ramazan, 2008 yılında İngiliz Prospect ve Amerikan Foreign Policy dergileri tarafından dünyanın 100 entelektüel listesinin arasında sekizinci sırada yer aldı. TIME dergisi ise onu 21. yüzyılın en önemli yenilikçileri arasında gösterdi. Belçika’nın başkenti Brüksel’de bulunan European Muslim Network (Avrupalı Müslümanlar Topluluğu) düşünce kuruluşunun da başkanı olan Ramazan, Oxford Üniversitesi’nde Çağdaş İslamî Araştırmalar Bölümü’nde profesör. Müslüman Kardeşler Hareketi’nin kurucusu Hassan el-Banna’nın torunu ve grubun Filistin şubesinin kurucusu, Said Ramazan’ın oğlu. Müslümanların Batı dünyasındaki sorunları ve Müslüman dünyasındaki İslamî uyanış hakkındaki akademik dünyaya önemli katkılarda bulundu. Avrupa’da yaşayan Müslümanlar tarafından oldukça sevilen Ramazan, uluslararası platformlarda yoğun şekilde seminerler veriyor. Son çıkan kitabı “İslam ve Arap Uyanışı” (İslam and Arab Awakening) hakkında değerlendirmeler yapan Ramazan, Türkiye’yi yakından takip eden bir düşünce adamı olarak izlenimlerini Zaman okuyucularıyla paylaştı.


“İslam ve Arap Uyanışı” (İslam and Arab Awakening) kitabınızda özellikle Arap dünyasında yakın zamanda olan olayları, “Arap Uyanışı” olarak niteliyorsunuz. Lütfen bunu biraz açar mısınız?


İlk baştan beri, bahar ve devrim kavramlarını kullanmadım çünkü devrimin, şahit olduklarımdan daha fazla anlamı var benim için. Mısır ve Tunus’ta gördüklerimiz, bu hareketlerin değişimi sağlayacağı beklentisi oluşturuyor ama bu gerçekleşmiyor. Batı’nın bu isyanlar hakkında hiçbir şey bilmediği ve isyan hareketlerinin aniden gerçekleşmesi de gerçeği yansıtmıyor. Suriye’deki şu an olanları onaylayan gerçekler var elimizde. Biliyoruz ki, Freedom House, Albert Einstein Institute, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, ayrıca diğer çoğu uluslararası kurumlarda, Ortadoğu’da bir ‘ayaklanma’ için insanlar eğitildi. Batı strateji değiştirdi çünkü onlar önceden diktatörleri kontrol ediyorlardı ve hatta Muammer Kaddafi’yle bile ilgileniyorlardı. Aslında ilk baştaki sorun Müslüman dünyasının, jeo-stratejik ve ekonomik anlamda düşünmemesinden kaynaklanıyor. Kendindeki gücü bilmeden yaşıyor. Bölgede hem ABD, hem de Avrupa alanlarını yeni aktörlere zorunlu olarak terk ediyorlar. Yeni aktörler ise Brezilya, Rusya, Çin, Malezya, Endonezya ve Türkiye. Bence biz, Arap uyanışına siyasî boyutlarda baktığımız zaman, yanıldık ve bunu anlamak için Mısır ve Tunus’ta yaşananlara bakmamız yeterli. Tunus’un dış yardıma dayalı bir ekonomisi var.  Mısır’da da aynen böyle. Bu, strateji ile alakalı ve bütün süreç devrim yolundan uzak. Bu yeni bir konumlandırma, şimdi görebiliyorsunuz her şeyin manipüle edildiğini ve bastırıldığını.Kimse Suriye halkının sokaklara dökülmesini ve cesur olmasını beklemiyordu. Bu nedenle, Amerika ve Avrupa’daki yönetimler ve hatta Türkiye Başbakanı sekiz ay boyunca Beşşar Esed’in reform gerçekleştirmeyeceğini ve insanların ölmeye hazır olduğunu anlamadılar. Manipüle yapılmayan ise entelektüel uyanışı ve insanlardaki diktatörü devirme algısıydı ve bu geri döndürülemezdi. Ama bu şekilde bir romantizm, yani hem devrim ile hem de bahar ile ilgilenmiyorum. Ne baharı? Hangi ülke bugün başarılı oldu? Libya’da çatlaklık, Mısır’da huzursuzluk, Suriye’de iç savaş ve Yemen’de işe gerginlikler var.


Arap Baharı bölgedeki kadınları nasıl etkiledi? Bu belirsiz ve gelişen topraklarda aktivistler ve politikacılar, kadınlar için bir ilerleme (kalkınma) arayışındalar mı?


Mısır’ın Tahrir Meydanı’nda sokaklara dökülenler arasında kadınların büyük bir çoğunlukta yer alması dikkat çekti. Kadınlar bütün süreç içinde itici güçlerden bir tanesi idi ve bu çok önemli. Bir direnç sürecinin olması, kadınların buna dâhil olması ayrı bir şey. Kadınların, ülke yapımında varlığına duyulan ihtiyaç, bakılması gereken başka bir şeydir. Ayrıca kendimize sormamız gereken soru ise Batı’nın bunları nasıl tanımladığı. Türkiye’de iktidar değişince, Erdoğan iktidara gelince şöyle dediler: “Eyvah ülke İslamlaşacak ve başörtüsünü her yerde görebileceksiniz.” Ve şimdi aynısını yapıyorlar. Onlar için başörtüsünün İslamlaşmak olduğu ve İslamlaşmanın kadınlar için daha az hak tanınması diye anlıyorlar. Benim bu anlayışa cevabım tam tersidir. Giyimine göre özgür değilsin, özgürlüğün iki koşula bağlı. İlki eğitime erişebilme fırsatı. Erkekler gibi eğitime erişim sağlanabiliniyor mu? Örnek olarak, Türkiye’de şimdi kadınların erkeklerden daha iyi eğitimli ve daha başarılı olduğu hakikati var. Bu Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde böyle değil. İkinci parametrede ise kadınların güçlendirilmesi ve genel piyasaya erişim fırsatları. Genel piyasaya erişimleri önemli çünkü bu alanda tanınıyorsun, malî özerkliğini ve özgürlüğünü alıyorsun. Bizde siyasî baskıdan kurtarmaya, özgürleşmeye dayalı bir politika yok. Bu pozitif bir süreç oldu ama bir proje olarak hâlâ başarılamadı.


Otoriter rejimlerin devrilmesi sebebiyle daha totaliter rejimlerden ve aşırı unsurların oluşmasından korkuluyor. Bu korkular yersiz mi?


Bu, diktatörlerden ve Batı yönetimlerinden gelen eski bir söylem. 40 yıl boyunca bu söylem vardı. Mısır’da Mübarek şöyle dedi: “Eğer ben olmayacaksam o zaman Müslüman Kardeşler olacak ve onlar da ılımlı değiller, çünkü ‘ılımlı İslamcılar’ diye bir kavram yok. Ilımlı İslamcı bir tutarsızlık ifadesi.” Mübarek bunu satıyordu ve Batı çabucak aldı ve bu ifadeyi kullanıma soktu. Bu aynen Tunus’ta Ben Ali tarafından uygulandı. Şimdi görebiliyoruz ki muhalif güçler, bunlara İslamcılar da dâhil olmak üzere, otoriterler ama zalim hükümdarlardan değiller ve diktatör de değiller. Bu demektir ki demokrasi süreciyle ilgilenebilirsiniz. Bu uzun bir süreç ve toplumda çekişen güçleri göz önüne almak gerekiyor. Tunus’ta ve Mısır’da yaşananlara bir bakın, orada İslamcılar/Müslüman Kardeşler ve Selefiler var ve Selefiler de bastırıldı. Savaş yanlısı cihatçılar var ki onlar şiddeti tırmandırıyor, laikçiler bir taraftan bastırıyor ve bir de ordu var. Ülkenin siyasi güçleri dağıtıldı ama kamuoyunun popüler algısı tekrar diktatörleri istemiyor. Diktatörlüğe karşı birleştiler ama ne istedikleri manasında dağıldılar.


Bölgede demokrasinin ortaya çıkması İsrail’de nasıl bir etki yaratır? İsrail, Arap demokrasileri ile yaşayabilir mi?


Erdoğan’ın özel danışmanına göre Müslümanların gerçekten demokrasiye hazır olup olmadıkları veya Arapların demokrasiye hazır olup olmadıkları sorulması gereken soru değil. Evet, sorulması gereken, Batı’nın Arap demokrasilerine hazır olup olmadığı. Örnek olarak, bugünkü egemen güçler demokrasiyi istiyorlar mı? Buna hazırlar mı, çünkü kendi çıkarlarını koruyan diktatörleri destekliyorlardı. Ortadoğu’da gerçek şeffaf demokrasiler olursa bu ne anlama gelir? Yüzde 80-90 oranında insanlar İsrail politikalarından memnun değiller ve bu gerçeği inkâr edemezsiniz. O yüzden Filistinlilere karşı popüler bir destek var. Bölgedeki gerçek demokrasinin anlamı İsrail politikalarını, Filistinlilere nasıl davrandıklarını sorgulamakla olur. Bu yüzden ideal demokratik devletlerle bugünün gerçeğini ayırt etmek gerekiyor. Aslında her ülke pek çok sorunlarla karşılaşıyor, o yüzden İsrail-Filistin çatışması ikinci planda ve bir şey değiştirmeyecekler. Şu anda Mısır’daki iktidardan İsrail anlaşmasına dokunmak istemediklerini duyabiliyorsun. Tunus da tam olarak aynı şekilde.


Arap demokrasisinin gelecekte izleyeceği yolu Türkiye temsil ediyor mu?


Son 20 yıldır Türkiye’nin durumunu takip ediyorum. Erdoğan gelince onun yaptıkları ile önce yapılanlar arasında boşluk vardı. Birincisi yolsuzluğa karşı mücadelesi ve toplumda daha şeffaf siyasi süreçler sağlaması. Türkiye mükemmel değil ve hâlâ yapılması gereken çok şey var  ama burada önemli bir eğilim var. İkincisi ise hükümetin militarizmin sivil iradeye müdahalesini çözme yaklaşımını göstermesi. Aslında, AB ile entegrasyon mücadelesi çok akıllıcaydı çünkü buradan askeri yapıyı sivil demokrasi kalıbına yerleştirdiler. AB’nin savunduğu laiklik ordunun savunduğu laiklik değildi. Üçüncüsü ise ekonomik açıdan Türkiye modelinin başarılı olduğudur. Seçimleri kazanıyorlar çünkü çoğu Avrupa ülkelerinden daha başarılılar. Mısır ve Tunus’u Türkiye ile kıyasladığımızda aynı varlıkları, aynı tarihi ve aynı potansiyeli göremiyoruz. İnsanlar modei tartışıyorlar. “İslamî referansımız var ama şimdi İslamî referansın ne olduğunu açıklamamız gerekiyor.” Toplumda oluşturulan seçeneklerin ve önceliklerin, uluslararası küresel ekonomik bağlamda entegre olması tartışılabilir bir konu. Ne tür alternatif öneriyorsun, diye tartışabilirim ve Türkler bu konuda bir şey önermiyorlar ama bunun haricinde son iki yıldır güneye ve doğuya doğru siyasi bir meyil olduğunu gördüm. Hemen hüküm vermem doğru değil ama benim düşüncem, Türkiye deneyiminin olumlu yönde eleştirisine devam etmem gerektiği. Doğru şeyler yapıldığını inkâr etmeden. Ama gelecekteki siyasi etkilerini de doğruymuş gibi kabul edip küresel ekonomi ile yarışma tuzağına düşmemek gerekiyor. Ve ikinci şey ise Batı’nın güvenlik önlemleri dayatmalarını kendimiz için almamamız lazım.


İslam ile Batı arasındaki çatışmalar ve yanlış anlamalar göz önüne alındığı zaman, AB’nin Türkiye üyeliğini reddetmesinin nedeni kültürler çatışması mı yoksa algılar hakkında mı?


AB’nin Türkiye’yi sürekli reddetmesi çoğu şeyi açığa çıkarıyor. Birincisi, açıkça ekonomik olarak endişeliler ve milyonlarca Türk’ün AB’ye gelmesinden korkuyorlar. İkincisi ise İslam’ın Avrupa’ya ait bir din olmadığı algısı, Türkiye’nin de çoğunluğunun Müslüman olması ve Avrupa kıtasında yabancı unsurların hoş görülmemesi. Türk unsuru Avrupa öyküsünü kapsamıyor. İşte burada Türkiyeli entelektüeller, siyasetçiler ve gazeteciler iddialı olabilirler ve Avrupa’ya Türkiye deneyimini gösterebilirler. Bu yeterince yapılmadı.


Kürt sorunu, ifade özgürlüğü ve Müslümanların ve azınlıkların dinî özgürlükleri, Türkiye demokrasisinin önüne çıkan önemli zorluklar, AK Parti iktidarında halen çözülemedi. Sizce bu yeni anayasa çalışmaları bu sorunlara çözüm olabilecek mi?


Bu durumla mücadele edilmesi gerekiyor ve ondan sonra cevaplandırılması gerekiyor ve bence Türk duygusallığı dışında, Türk devletinin tarihinde ve hafızasında bir şeyler var. Eğer duygusal bağlamda mücadele edersek o zaman tehlikeli olur. O yüzden bu mücadeleyi siyasi bağlamda yapmamız gerekiyor. Sorunu çözmek istiyorsak, o zaman açık ve istikrarlı olmamız gerekiyor ilkelerimizde. İfade özgürlüğünün ve din özgürlüğünün, toplum tarafından kabul edilmesi ve saygı görmesi gerekir. Şu andaki Türk hükümetinin azınlıklarla daha istikrarlı bir şekilde ilgilenmesi lazım. Türk hükümeti birçok sorunla başarılı şekilde ilgileniyor ama bunu sürekli tekrarlıyorum: “Öğrenmek için gitmek gerekiyor”. Ve Türkiye halkına tekrarlıyorum: seçilmek iyidir ve ülkeyi yönetmek de iyidir ama tarihin size öğretmesi gerekir.

(Kaynak: Zaman Britanya)