Ecdadımızın geldiği Osmanlı, çocuğuna Napolyon, Bush, Yeltsin ve Peres olsun diye değil, Fatih, Selim ve Kanuni olsun diye bakardı. İnsan bitki gibidir, hangi toprakta yetişirse o toprağın meyvesini verir. Bizimkiler yabancı tohumların etkisinde kaldıklarından bırakın yerli meyveyi vermeyi, memleketlerinin yüreğine hançer saplamaktan başka bir halta yaramıyorlar.



   Tılsımlı, gizemli, sihirli ve 30 yıldır gerçekleşmesi hayal olan “süreç” sözcüğünün gücü ve barış havasının hakimiyeti devam etmektedir. Silahların susması, kanın durması, toplumsal barışın ve kucaklaşmanın devam etmesi, su kadar hayati öneme haizdir.
 
            Bütün gözler 21 Mart Newroz’a çevrilmişken asıl silahların susmasından sonra yapılması gereken toplumsal rehabilitasyona dikkat çekmek istedim.
 
            Kuşkusuz 30 yıldır tüm Türkiye yaralandı, paralandı ve acılarla nesiller büyüdü ama Doğu ve Güneydoğu’da ve hele Diyarbakır’da sadece acılar, ölümler, yüreklere saplanan hançerler değil aynı zamanda açlık, yoksulluk, cehalet, sefalet ve hakikatten uzak gelenekçi,  bağnaz din anlayışı da vurdu.
 
           Dini en büyük afyon ve düşman ilan edenler salt kendi siyasal kaygılardan ötürü dine sarılmış gibi yaptıkça din, din olmaktan çıktı ve helvacının haline dönüştü.
 
            O yüzden bizim önce din ve İslam ayrımını çözmemiz lazım. İslam, ticari hayattan tutunda devlet yönetimine kadar her yere karışır. Din daha dar kapsamlıdır. İşte bu bağlamda yanlış bir nitelendirme vardır. Dinciler diyorlar. Şamanistler, Zerdüştler, Hindular da dinciydi. Ama benim dinciliğim Kur’an’dır. Kur’an olmadan da din olmaz. –Ki yine Kur’an’da “Allah’ın indindeki din İslam’dır” der.
 
            Dolaysıyla Kur’an’ın olmadığı yerde soygun, cinayet, gasp, haram, pislik ve her türlü melanet vardır. Kur’an’ın olmadığı yerde faili meçhuller, kontur-gerilla cinayetleri, köy yakmalar, kayıplar, işkenceler, fişlemeler ve zulüm vardır.
 
            Kur’an’ın olmadığı yerde okul yakma, Kur’an kursunu bombalama, otobüsleri molotoflayarak otobüs içinde Buse’leri, Elif’leri ve çocukları yakmak vardır. Kur’an’ın olmadığı yerde haraç almak, uyuşturucu ekmek, satmak, insan hayatını zehirlemek, fuhuş yuvalarını çalıştırmak ve halkı bataklığa sürüklemek vardır.
 
            Kur’an bir bilim değil ilimdir. Bilim bulur, ilim varolandır. Dolaysıyla bilim, Kur’an’da varolanı 14 asırdır bulmaya çalışıyor. Kainatta ve evrende varolanı bulmaya çalışıyor. Bilim icat, yaratıcı ve yoktan varedici değildir.
 
            Kemalist zihniyetin Anafartalar karakolunun sorgulama odasında yazdığı “Allah yoktur, Peygamber de izine gitti” yazısı tarih oldu ama hala tarihin karanlık, kirli ve ayıplı sayfasının yeniden yazılmasını isteyen Atatürk üzerinden nemalanan Kemalistler vardır. Onlar dinden korkar, Kur’an’dan ödü koparlar. Korkuları onları zalim yaptı. Tıpkı çok değerli dostum eski savcı ve hakim olan Nusret Çiçek’in dediği gibi:
 
            “Halk teslim olunca devletin sillesine,
            Tarih yuh çekiyordu öylesine”…
           
            Evet bugün tarih kardeş halkları birbirine boğazlayanlara, kardeşkanından beslenenlere ve insanlık suçunu işleyenlere fena halde yuh çekiyor. Ama bunu hala çakma Gandi görmüyor.
Ecdadımızın geldiği Osmanlı, çocuğuna Napolyon, Bush, Yeltsin ve Peres olsun diye değil, Fatih, Selim ve Kanuni olsun diye bakardı. İnsan bitki gibidir, hangi toprakta yetişirse o toprağın meyvesini verir. Bizimkiler yabancı tohumların etkisinde kaldıklarından bırakın yerli meyveyi vermeyi, memleketlerinin yüreğine hançer saplamaktan başka bir halta yaramıyorlar.
 
         Yasaklar devlet gücüne dayanır, günahlar ise vicdana dayanır. “İbadetler sizi kötülüklerden alıkoyar” diyen ayetin amacı ruhun terbiyesidir. İbadet tıpkı arenada eğitilen yabani bir hayvanın insan ruhundaki denemesidir. Müslüman ibadetle güzelliklere doğru eğitilir.
 
        Peygamber (a.s)  “Sizden öncekilerin neden helak olduklarını söyleyeyim mi? Güçlüler suç işlediklerinde, mükafatlandırıldılar, güçsüzler suç işlediklerinde cezalandırıldılar.”demektedir.
 
          Yani insanoğlunun yaşamında ve sosyal yapısında en önemli unsur İslam dinidir. Kürdü’de, Türkü’de, Arabı’da insanı insan eden hatta insanı sultan eden Allah c.c. inancıdır. Bu inançtır ki, insanı insanlar arasında üstün veya düşkün olmasını; bu dünya ve öteler ötesinin cennet olmasını sağlamaktadır. Bundan ötesi angaryadır. Kim de Allah c.c. inancı var ise o bu inanç gereği mükemmel ahlaka kavuşmak için gayret gösterecek bu mücadelede ya melekleri de geçecek veya aksine hayvanlardan aşağıda olacak.
 
          Bunun içindir ki, mükemmel ahlakı getiren, yaşayan ve yaşatmaya çalışan yüceler yücesi peygamberimiz güzel ahlakı yaşama konusunda atalarımızı, bizleri ve kıyamete kadar insanları aydınlatmıştır. Eğer O olmasaydı insanlık ve bizler birbirimizi daha diriyken çiği çiğ yiyen, hatta sırtlanlar gibi leş yiyenlerden farklı olmayacaktık. Eğer O olmasaydı, cahiliye devrindeki gibi kızlarımızı diri diri toprağa gömen acımasız bir toplum olacaktık.
 
         Eğer O olmasaydı, kadının bir nesne, bir malzeme gibi olmasını, güçlünün güçsüzü ezmesine neden olacak ve bizler hayvanlardan daha vahşi ve daha aşağı olacaktık.
 
       O’nun ayağının tozu olmaktan gurur duyan Selahattin-i Eyyübiler, bizlere O aydınlık iklimi getiren Sahabiler, Kürt atalarımızdan Melleler, Seydalar ve Şeyhler(alim, ilmiyle amel edenler Şeyhler, hurafe Şeyhler değil) insanlarımızı aydınlatmış ve bize aydınlık bilgileri ve yaşam örneklerini bırakmıştır.
 
        İşte etnik kimliğine bakılmaksızın Türkiye topraklarında yaşayan insanlarımızın tarihi birikiminin temeli İslam dini olmuştur. Zihinsel genlerimizin esasını teşkil eden ve dinin hayatın merkezine oturmasıyla güzel ahlakın tamamlanması ve yaşanması konusunda atalarımız müthiş bir yaşantı yaşamış ve bizlere bu kutsal mirası bırakmışlardır.
 
          Elbette ki, saydığımız unvanlar içerisinde peygamberler hariç, -ki onlar ismet (günah işlemez) sıfatına haiz olup diğerleri işleme ihtimali ve imkânı olan insanlardır ve bunlardan ne yazık ki hata yapanlar, bazılarınca dinin temeli de bu yanlışlıklarla dolu olduğu ve bunlara itibar edilmemesi gerektiği çalışmaları ile bizler Mellelerimizi, Seydalarımızı, Şeyhlerimizi saygıdeğer bulmamaya ve o unvanı parçalamaya giriştik, sonuçta bu topraklarda birbirimizi parçalar hale geldik.
 
        Bölge insanımızın okuryazarlığının az olması tahkiki(araştırıcı) imandan ziyade, taklidi imana sahip olmasını ve bu insanlarımızın da güya okumuş insanlarca etkilenerek dine aykırı davranışları din gibi zannederek işlemesine neden olmuştur.
Yani alim olmayanın alim geçinip anlattığı din, din değildi ama din gibi algıladık ve aldandık. Hep aldanıp aldatıldığımız gibi…