BİZDE “polemik” denilince akla hemen...

-  İtiş kakış geliyor.
-  İşleri şahsileştirme geliyor.
-  Seviyesiz laf yarıştırma geliyor.
-  Belden aşağı vurma geliyor.
-  Düzeysiz tartışma geliyor.
Maalesef “polemik” dediğimiz alan, bu noktaya geldi.
Fakat durum budur diye...
-  Karşılıklı tartışma yapılamayacak mı?
-  Seviye gözetilerek bir fikir etrafında karşılıklı konuşulamayacak mı?
-  Farklı görüşlerle siyasal tartışma alanına katkı sunulamayacak mı?
Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’ye sorarsanız, “yapılamayacak / konuşulamayacak / sunulamayacak”.
* * *
Olay şudur:
Hüseyin Gülerce’nin bir yazısına itiraz ettim.
Yazdığım yazıda herhangi bir saygısızlık yoktu.
Şahsiyat yapmadım.
Kalemimi kılıç gibi kullanmadım. Bir meseleyi efendice tartışmak dışında bir emele sahip değildim.
Hüseyin Gülerce, dün
“Polemik minderine gelmeyeceğim” başlıklı bir yazı yazarak bana cevap verdi.
Cevabı şu:
“Polemiğe girmeyeceğim. Mücadeleyi sevdiğim halde, polemiğin kralını yapacağıma inandığım halde yapmayacağım. Yeniden Milli Mücadele yıllarındaki Hüseyin Gülerce olsam, atılan bu pasları anında değerlendirir, kalemimi kılıç gibi kullanır, hislerime yenik düşer ve rövanşist duygularla çizikler atardım. Fakat yapmayacağım. Çünkü değiştim. Yaşım da 62 oldu.”
* * *
Saygıda en küçük bir kusur edilmemiş edepli bir itiraz yazısına karşı geliştirilen şu dile bakar mısınız?
“Kılıç” diyor, “çizik” diyor, “kral” diyor, “pas” diyor, “rövanş” diyor.
Ne oluyoruz Hüseyin Bey?
Lütfen kendinize gelin.
Boks turnuvasına davet almadınız. Hem yaşınızın 62 olması ile bunun ne alakası var?
Yağlıgüreşe mi tutuşuyoruz Allah aşkına!
* * *
Gülerce yazısında şunu da söylüyor: “Ben nasihati aldım: Sabret, affet, hakkını helal et, geç git. İşine bak. Gönülleri fethe çalış.”
Ne güzel bir haldir bu... İmrenilecek bir hal...
Fakat bu güzel hali yaşama yeri “gazete yazarlığı” değildir.
Çünkü gazete yazarlığının içinde tartışma, konuşma, fikir yarıştırma vardır. Üstelik Hüseyin Gülerce, gazete yazarlığı işinde hiç de “gönül ehli” gibi davranmamaktadır.
Maşallah herkese her şeyi söylemektedir.
Herkesi “terör odaklarının oyuncağı” olmakla itham edebilmektedir. Ancak kendisine karşı gayet saygılı bir dille yazılmış itiraz yazısı karşısında ise derhal, “Ben bir hâl ehliyim... Böyle süfli işlerle uğraşmam” tavrı koyarak tartışmaya girmeye tenezzül buyurmamaktadır.
Hüseyin Bey!
Hiç kusura bakmayın ama bu yaptığınıza “minderden kaçma” denir. Bu öyle harbi bir kaçıştır ki süslü laflarla, tasavvufi incilerle örtülemez.

Hakaret sayarım

RADİKAL gazetesinde yazan Orhan Kemal Cengiz’le Ergenekon konusunda tartışıyoruz.
Tartışmanın gelip dayandığı noktada Orhan Kemal Cengiz, bana özetle şöyle diyor:
“Sen hep Ergenekon davasındaki hataları mesele ediyorsun ama darbeleri, suikast planlarını mesele etmiyorsun”.
Ne demek istiyor Orhan Kemal Cengiz? Şunu demek istiyor:
“Sen Ergenekon’daki birtakım ufak tefek hukuki hataları, tartışmalı durumları bahane ederek davanın özünü sakatlıyorsun.” Söylemek istediği budur.
* * *
Yani Orhan Kemal Cengiz şunu demek istiyor:
“Siz bakmayın Ahmet Hakan’ın ‘Ahmet Şık / Nedim Şener’ falan diye tutturmasına... Onun aslında gizli bir maksadı var. Bu Ahmet Hakan, aslında Veli Küçük’ü, Kerinçsiz’i, Türk Ortodoks Patrikhanesi dalaverelerini,
İbrahim Şahin’i, suikast planlarını, bombaları, Ayışığı darbesini falan koruyup kollamak için çırpınıyor.”
Laf kalabalığını aradan çıkarınca geriye kalan budur.
Ben de bu geriye kalandan yola çıkarak Orhan Kemal Cengiz’e...
-  Önce “Çok ayıp” diyorum.
-  Ardından “Hakaret sayarım” diyorum.
-  En sonunda da en derin teessüflerimi iletiyorum.
“Hangi aklı başında insan bunları savunur? Savunacaksam adam gibi savunurum, kalleş gibi bahanelerin arkasına saklanmam” demeye ise gerek bile duymuyorum.
* * *
Ben Ergenekon’daki hukuki hataları bahane edip silahlı külahlı herifleri kollamaya çalışıyormuşum.
Bunu ima ediyor Orhan Kemal Cengiz.
Peki bunu neye dayandırıyor?
Çünkü ben silahlı külahlı heriflerden hiç söz etmiyormuşum.
“Ama ettim, ama şunu yazdım, ama bunu yazdım” demeye tenezzül etmeyeceğim.
Sadece Orhan Kemal Cengiz’e bir hatırlatmada bulunmak isterim:
Dünkü yazısında şöyle bir cümle var:
“Bir kere bahsettiniz mi, Er-genekon’un Bartholomeos’a, Alevi liderlerine yönelik suikast planlarından, S-1 adı altında kurulan suikast timlerinden, bütün çıkan o cephanelerden, silahlardan?”
Doğrudur.
Bu olaydan bir kere olsun bahsetmedim. Ama iyi ki de bahsetmemişim. Çünkü Cengiz’in “Ergenekon’un en önemli taşı” diye önümüze sürdüğü bu olayla ilgili önceki gün yeni bir gelişme yaşandı.
Dünkü Milliyet gazetesinde yayınlanan haberden okuyalım o gelişmeyi:
“Suikast timinden tutuklu kalmadı. İbrahim Şahin tarafından oluşturulduğu iddia edilen 7’si polis, 8’i Türk Silahlı Kuvvetleri personelinden oluşan ‘S-1’ adlı suikast timinden yaklaşık üç yıllık yargılama sonunda tutuklu sanık kalmadı.”
Bu ne şimdi Orhan Kemal Cengiz?
Hadi biz “silahlı külahlı herifleri koruyup kolladığımız” için bu işi ciddiye almadık.
Ergenekon’u yargılayanlar da
mı bu işi ciddiye almadılar ki
davada tutuklu bir tek sanık bırakmadılar?
Şunu bize bir açıklayıversen...

Güya barış gelecekti

-  Güya barış gelecekti, gelen karşılıklı saldırılar oldu.
-  Güya devlet artık farklı düşünenlere “terörist” muamelesi yapmayacaktı, Başbakan “Size dağdan davet geliyor, bundan dolayı mı aykırı konuşuyorsunuz” demeye başladı.
-  Güya Nevruzlarda sadece şenlik ateşleri yanacaktı, son Nevruz’da yanan koca ülke oldu.
-  Güya çözüm konuşarak gelecekti, gelen patlayan bombalar ve yumruklar oldu.
-  Güya analar ağlamayacaktı, anaların anaları bile ağlamaya başladı.
-  Güya silahları susturacak yasalar çıkacaktı, çıkan “sivil şehit yasası” oldu.
-  Güya devlet şeffaf olacaktı, Başbakan “Bizdeki bilgiler sizde yok, atıp tutmayın” demeye başladı.

(Hürriyet)