Çatışmalar,  yaralılar, ölüler, ırkçılık, düşmanlık, bölünmüşlük.

Bu kelimelerin anlamlarını ifade etmek için, yüzlerce kelimelik yazılar yazmaya gerek yok aslında. Ama işin kuralı bu, birileri yazacak, konuşacak, birileri de okuyacak, dinleyecek. Gündem işte, kimileri kan ağlarken, kimilerinin de cebi dolmalı ya da mesleki konumları gereği bir şeyler yapıyormuş gibi görünmeli. Konuşmalı, yazmalı… Kin ve nifak tohumları ekmeli. Ya da susup bir kenarda oturmalı.

Sonuçta neyi değiştirebiliyoruz ki? Ne değişiyor?

Hiçbir şey…

En çok da sosyal paylaşım sitelerinde gösterilen tepkiler ilgimi çekiyor. Aslında midemi de bulandırıyor. Her taraf kin kokuyor, herkes kin kusuyor. Her görüş sahibi bir diğerine hakaret ya da küfür ediyor. Sonuç ne oluyor? Değişmiyor tabii.  Daha çiçeği burnunda olan gençlerimiz, hayatlarının en güzel zamanlarını yaşamaları gereken yaşlarında ölümlere doğru yürüyor. Geride bırakılanlar perişan anne-babalar, mutsuz eşler ve boynu bükük çocuklar oluyor.

Genel bir deyimle ‘Twitter sallanıyor, Facebook yerinden oynuyor.’ Herkes tüm kabadayılığıyla yorumlar yapıyor, vatanı kurtarıyor(!). Teknoloji zamanı ne de olsa, verilen tepkiler de, vatanı kurtarma çabaları da şimdilerde bu şekilde yapılıyor. Bunları yaparken, aynı anda da belki en sevdiğimiz diziyi izliyor, tatilimizin keyfini çıkarıyor ya da yuvamızda bir aile saadeti yaşıyoruz. Haberlerde şehit haberlerini izleyince öfkemizden yerimizde duramıyor, gazetelerden okuyunca da başlıyoruz birilerine söylenmeye.

Zaman zaman televizyon kanallarındaki açık oturumlara konuk olup, oturduğumuz yerden orada yıllardır sadece konuşan katılımcılara cevaplar veriyoruz. Bazen de evimizde birkaç kişi bir araya gelince, kendi açık oturum programlarımızın yönetmeni oluyoruz.

Öfkemiz geçince yine aynı hayata kaldığımız yerden devam tabii.

Eh, sonuçta “tek yol klavye mücahitliği.”

Gelsin çaylar...

Peki ya teknoloji olmasaydı, o zaman nasıl gösterirdik tepkimizi?

Nasıl sunardık çözüm önerilerimizi?