Bu durumdan Türkiye'nin dirlik düzenliği çıkmaz, son kırk yılın tekrarı çıkar.

Önümüzdeki yıl yerel yönetim seçimleri var, onu izleyen 8 ay sonra cumhurbaşkanını seçeceğiz, onun bir yıl ardından genel seçimler. Böyle yoğun bir program siyasetin içinde bulunanları her yerde heyecanlandırır ve yorar. 32 ayda üç seçim her toplum ve her siyasal parti için zor dönemdir.
Üstelik iktidar partisinin deneyimli, tanınan 72 milletvekili Meclis’e aday olamayacak. Siyasete ara verecek, kenarından izleyecek, bırakacaklar gibi hizmeti ‘başka bir katta’ sürdürecekler olacaktır.
4 hafta sonra da basının ilgisini esirgediği Ak Parti Büyük Kongresi var. Milletvekilliğinden ayrılacakların ‘bırakacağı boşluk’ kimlerle ve nasıl ‘doldurulacaktır’? Sadece bu seçim bile –özür dilerim ‘tayin’ yazmalıydım- ülkemizin önümüzdeki yıllarını önemli ölçüde etkileyecektir! Biraz kişisel, biraz toplumsal bu kadar derin değişimler tam da sorunların iç içe, iz ize girdiği, birbirine dolandığı zamana geldi:
Politika çözülmez gibi görünen sorunlarla iç içe: Kürt meselesi, Suriye, sağlık ve sosyal güvenlik harcamaları açıkları, mahsulde düşük üretim derken genel huzursuzluk arttı. Birini düşünürken diğeri öne çıkıyor, birinde ışık görünmeye başlarken diğeri onu kapıyor!
Her yıl bir seçim takvimine bakıyorum da mevcut siyasal kadronun, bu huzursuzluğu taşıyabileceğinden endişeleniyorum! Kararlarını, kendilerini bir yana koyup, birlikte çalıştığı arkadaşlarıyla konuşarak verseler ve uygulasalar, biraz daha huzurlu olacağım.
“Siyasette, kendini dikkate almadan karar vermek var mıdır” diye sorarsanız, bizde değil, demokratik ülkelerde “vardır” diye cevaplarım.
Biraz düşünelim: Her sorun, her siyaset adamını doğrudan doğruya etkilemez; o konu, onun için birinci öncelik ve derecede değildir! Ancak, bizim siyasetçimiz, her konuyu ilgilendirdiği kişiyi veya kişileri birlikte düşünüp, onlarla bağlılığını da işe katarak görüş belirler. Bu nedenle, herkes her meseleyi kişisel konu olarak ele alıp karar oluşturur. Böyle olunca da gerçekçi doğru karar verilmemektedir!
Neyse bu ayrı bir yazı konusu olabilir, galiba olmalıdır da! Şimdi, “Bugünkü siyasal kadromuz bugünkü sorunları çözebilir mi” sorusuna dönelim:
Siyasal kararları etkileyen kişi sayısı bütün partilerimizde çok değildir. Temel kararları liderler almaktadır, liderleri etkileyen kişi sayısı da sınırlıdır.
Liderleri düşünerek, önümüzdeki üç yılın resminin kalın çizgilerini çizebiliriz, başta Recep Tayyip Erdoğan gelmektedir:
Bir ara, üç dönem sonrasında milletvekilliğine ara vermeyi düşünmüştü, etkinliği elinden bırakmayı göze alamadı, cumhurbaşkanı adayı olmaya karar vermiş görünüyor, yeni genel başkan seçiminde de belirleyici olmaya kararlı!
Bu tahminler doğruysa, cumhurbaşkanı seçilmeyi ve bugünkü başbakan yetkilerini de fiilen veya hukuken cumhurbaşkanında birleştirmeyi düzenleyen bir siyaset adamının, ülke sorunlarını doğru değerlendirmesini beklemek haksızlıktır. Hepimiz aynı haksızlığı yapıyoruz, Erdoğan Kürt meselesini çözüp tarihe geçmek varken cumhurbaşkanı olup Türkiye’nin birinci adamlığını sürdürmeye karar vermiş görünüyor, böyle olunca da ülke sorunlarını geriye itiyor!
Onun birinci önceliği cumhurbaşkanlığı ve kişisel etkinliğini korumaktır; zihni girdiği yolun gerekleriyle doludur, o gerekler içinde ülkenin meseleleri ikinci hatta üçüncü derecede önemlidir; sabrınız ve kafanız izin verirse 2015 seçim sonucunu bekleyeceksiniz. Dileğine kavuşursa ‘balkon konuşması’nda istediklerinizi söyler.
Bu plandan, Türkiye’nin dirlik düzenliği çıkmaz, son 40 yılın tekrarı çıkar.
Sayın Erdoğan bu planı, Ak Parti demokratik bir parti olmadığı için yapabilmiştir. Parti içi demokrasi olan bir parti, her temel konuda, demokratik seçimlerle oluşmuş bütün örgütünün görüşünü alarak karar verir; Ak Parti’de bir üye iseniz susarsınız!
Diğer aktörlere gelelim ama yer kalmadı, bir gün onlara da sıra gelir!

(Radikal gazetesinden alınmıştır)