Üç siyaset adamımızın ifade özgürlüğü anlayışlarını gösteren sözleri, demokrasinin neresinde olduğumuzu anlamaya yardımcı olabilir.

Memlekette demokrasi var mı yok mu tartışıyoruz! Tuhaf bir durum, 1950’de girdiğimiz bir yönetim biçimini yerleşmiş görmüyoruz. Ben de zaman zaman “Böyle demokrasi olmaz” diyenlerdenim.
Hafta sonunda da demokrasimiz yine tartışıldı. CHP milletvekili Şafak Pavey’in Taraf’la görüşmesinde parti içi demokrasi anlayışına takıldım. Başbakan Erdoğan, Diyarbakır ve Kılıçdaroğlu İzmir’de, partilerinin il kongrelerinde ülkemizdeki demokrasiyle ilgili yargılarını yansıttılar.
Bunlar hakkında düşüncelerimi kısa kısa yazacağım.

Sayın Erdoğan, “Düşünce ve vicdan özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırıyoruz, ifade ve basın özgürlüğünü yine çok ileri standartlara kavuşturuyoruz” dedi ve 4’üncü reform paketinin ilk bakanlar kurulu toplantısında ele alınacağını açıkladı.

Bu üç paketten önce özellikle ifade özgürlüğüyle ilgili vaatler söylenmişti. Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin’in, bundan önceki ‘reform paketleri’ öncelerinde de ‘düşünce ve ifade özgürlüğünün’ ele alınacağını açıklamıştı, kısmen ufak bir-iki adım atıldı ama Terörle Mücadele Kanunu’na dokunulamadı. Bu kez de, gelen tasarıyı, bakanlar kurulundan Resmi Gazete’de yayımlanıncaya kadar yakından izleyecek, ifade özgürlüğünü nasıl tanımladığını, sonra halkımızın bu özgürlüğe ne kadar layık görüldüğünü anlamaya çalışacağım.
İfade özgürlüğüne değinen diğer siyasetçi de dün İzmir’de konuşan Sayın Kılıçdaroğlu’dur. CHP lideri, partisine ‘muhalefet yapmıyor’ diyenleri hatırlattıktan sonra, “Kim söylüyor bunları? AK Parti’den korkup siyasi yazı yazabilmek için CHP’yi eleştirenler” demiştir.
Sayın Kılıçdaroğlu, iktidardan korkarak bildiklerini bir tarafa bırakanların yazmadıkları yerine, AK Parti’nin yanlış politika ve tutumunun halka anlatılamadığını, bu nedenle iktidarın zıvanadan çıktığını düşünenlerin yazdıklarına bakmalıdır.

İktidarın politikalarından etkilenip muhalefetin bunları halka anlatmasını isteyenler, basit suçlamalardan çekinerek üzüntülerini ve düşüncelerini yazmaktan vazgeçmezler.
Şafak Pavey’in söyleşisinin bir kısmı da parti içinde olan bitenle ilgili.

“Partilerde demokrasi olmaz. Toplumlarda olur. Partilerde meritokrasi olur” diyen Sayın Pavey, görüşüne şöyle açıklık getiriyor: “Bir parti genel başkanını seçmişse, seçenlerin onun prensiplerine saygı göstermesi gerekir. Ve bu prensipler etrafında çalışılır. Eğer bu genel başkana inanmıyorsa kenara çekilir ve seçimleri bekler.”
‘Seçilenlerin prensiplerine saygı gösterilmesi’, ‘prensipler etrafında çalışılması’, (kaybedenin) ‘kenara çekilmesi’ ve ‘seçimleri beklemesi’ konuşulmaya değer kavramlardır.
‘Parti ilkeleri’ ile ‘liderlerin ilkeleri’ farklı ise üyelerin görevleri ve tavırları da değişir. Liderin uygulamalarının parti ilkelerine zıt olduğuna inanan bir üye, lidere karşı çıkarken fiilen partiyi savunmuş olur. Gerçek parti üyesi, partisinin ilkelerini anladığı içeriğine uyarak savunur. Bu yaklaşımla lidere karşı çıkanlara, “Prensiplere saygı gösterin” denilmesi haksızlık olur; birçok kimse zaten tanımladıkları parti ilkelerini savunduğuna inanır.

Kongrelerde kaybedenlerin ‘kenara çekilmesini’ düşünmeyi, çağdaş dünyalı Pavey ile bağdaştıramadım. Sayın Pavey, muhaliflerini önce partinin kenarına, sonra parti dışına iten Türkiyeli eskimiş siyaset adamlarına mı özeniyor yoksa? Yok hayır, hayır!

Sevgili Şafak’ın, muhaliflerin ‘seçimleri beklemeleri’ önerisini, ‘kenarda susarak’ beklemelerini istediği gibi yorumlayanlar olacaktır. Oysa onun, muhaliflerin sessiz kalmasını değil, parti yönetiminin çoksesli olmasını savunduğu, savunacağı açıktır.
Yazdıklarım, üç siyaset adamımızın ifade özgürlüğü anlayışlarını gösteren sözleriydi. Demokrasinin neresinde olduğumuzu anlamaya çalışma için bir deneme sayılabilir.

(Radikal gazeteden alınmıştır)